Sonsuz Hayatın Kapısı Ölüm

Sonsuz Hayatın Kapısı Ölüm

 

Sonsuz hayatın kapısı ölüm. Belki de bu film yeniden düşünmeniz için ölümünüzden önce size tanınmış son bir fırsat, son bir hatırlatma, son bir uyarıdır. Siz bu belgeseli seyrederken bir saat sonra hayatta kalacağınızdan emin olamazsınız. Bir saat sonra hayatta olsanız bir sonraki saati erişeceğinizin hiçbir garantisi yok. Saat değil, bir dakika hatta bir saniye sonra bile hayatta olacağınız kesin değil. Bu filmi sonuna kadar izleyip bitireceğinizin de hiçbir garantisi yok. Ölüm size büyük bir ihtimalle bir dakika öncesinde ölmeyi hiç aklınızdan geçirmediğiniz bir anda gelecek.

Şeytandan Allah'a sığınırım.

 

"De ki, elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen Allah'a döndüreceksiniz. O da size yaptıklarınızı haber verecektir.”

(Cuma Suresi, 8)

 

Mutlaka öleceksiniz. Tüm sevdikleriniz de ölecek. Sizden önce ya da sonra mutlaka ölecekler. Bundan yüz sene sonra dünya üzerinde sizin tanıdığınız hiçbir canlı insan kalmayacak. Her insanın kendi hayatı hakkında bitmek tükenmek bilmeyen planları vardır. Oysa bu planların hiçbirinin gerçekleşeceği kesin değildir. Buna karşın ölüm yüzde yüz gerçekleşecektir. İnsanlardan bazıları uzun yıllar yaşayacaklarını hatta hiç ölmeyeceklerini varsayarak sadece dünyada belirledikleri hedeflere ulaşmak için çabalarlar.

Ölümle birlikte başlayacak olan gerçek hayatlarını düşünmezler. Ona yönelik bir hazırlık yapmazlar. Hesap günü bu gerçekle yüz yüze kaldıklarındaysa, telafisi olmayan bu büyük hatadan dolayı çok derin bir pişmanlık duyarlar. Pek çok insan ölümü düşünmek istemez. Bu mutlak sorunun kendi başına da geleceğini aklına getirmez. İnsanların bir kısmı düşünmedikleri sürece ölümle karşılaşmayacakları gibi batıl bir inanç geliştirmişlerdir. Oysa bu kişiler hayattayken ölümü düşünmekten ne kadar kaçarlarsa ölümün gerçeğiyle karşılaştıklarındaki rahatsızlıkları da o kadar şiddetli olur. Kimse kendini bu kaçınılmaz sondan kurtaramaz. Kuran'da bu konu şu şekilde bildirilir:

 

“Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı aldatıcı metadan başka bir şey değildir.”

(Ali İmran Suresi, 185)

 

Ölümü tesadüf ya da talihsizlik sanma yanılgısı.

 

Bir insanın doğum tarihi nasıl belliyse aynı şekilde ölüm tarihi de daha o doğmamışken dakikasına saniyesine kadar bellidir. İnsan da kendisine verilen süreyi her saniye biraz daha tüketerek o son ana doğru hızla yaklaşır. Herkesin ölümünün yeri zamanı ve şekli kaderinde verilenmiştir.

Ölümün sebebi ne bir kaza, ne bir hastalık, ne de başka bir şeydir. Bütün bu sebepleri yaratan Allah'tır. Kaderimizde belirtilen süre dolduğu zaman herhangi bir sebepten ötürü hayatımız sona erer. İnsan elindeki tüm maddi imkanını seferber etse dahi kendisi için belirlenmiş olan ölüm zamanından bir an bile fazla yaşayamaz. Kuran'da bu ilahi kanun şöyle haber verilir:

 

“Allah'ın izni olmaksızın hiçbir nefis için ölmek yoktur. O, süresi belirtilmiş bir yazıdır.”

(Ali İmran Suresi, 145)

 

Kader Anlayışındaki Çarpıklık

 

Özellikle ölüm konusuyla ilgili olarak halk arasında kader hakkında pek çok yanlış kanaat vardır. Kaderini yenmek, kaderini değiştirmek gibi yanlış mantıklar toplumda oldukça yaygındır. Allah, zamana ve mekana tabi değildir. Zaman ve mekan kavramlarını yoktan var etmiş ve bunları tamamen kontrol ve hakimiyetinde bulundurmaktadır. Kader, Allah'ın geçmiş ve gelecekteki tüm olayları zamansızlık boyutunda tespit etmesi ve yaratmasıdır. Yaşanmış ve yaşanacak bütün olaylar zinciri an an, detay detay Allah katında planlanmış ve yaratılmıştır.

Allah'ın katında her şeyin başı da, sonu da, sonsuzluk şeridindeki yeri de bellidir. Her şey olup bitmiştir. Nasıl bir filmi seyreden kişinin o film üzerinde herhangi bir değişiklik yapmaya güç ve imkanı yoksa, insanların da tabi oldukları kader üzerinde bir etkileri olamaz. İnsanlar kader üzerinde değil, kader insanlar üzerinde belirleyici ve yaptırıcı bir unsurdur.

Her şeyiyle kaderin bir parçası olan insan o kaderden bağımsız bir şekilde davranamaz. Kaderin dışına çıkamaz. Dolayısıyla kaderi yenme kaderin akışını değiştirme gibi bir durum söz konusu bile olamaz. Unutulmamalıdır ki ben kaderimi değiştirdim diyen bir insan da aslında kaderinde yazılı olan bir cümleyi söylemektedir.

Bunu bir örnekle açıklamak istersek, bir insan günlerce komada kalabilir. Yeniden yaşama dönmesi imkansız gibi görünebilir. Fakat aynı insanın beklenenin aksine tekrar eski sağlığına kavuşması, onun kaderini yendiği ya da doktorların onun kaderini değiştirdiği anlamına gelmez. Bu olay, o kişinin kaderinde kendisi için belirlenmiş süreyi doldurmadığını gösterir. Bu da aynı kaderin bir parçasından başka bir şey değildir. Her şey gibi hastalanması ve tekrar iyileşmesi de Allah katında yazılıp tespit edilmiştir. Bir ayette Allah şöyle buyurur:

 

“Ömür sürene, ömür verilmesi ve onun ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta yazılıdır. Gerçekten bu Allah'a göre kolaydır.”

(Fatır Suresi, 11)

 

Gafletin Kalın Perdesi

 

İnsan bencil yaratılmıştır ve kendi çıkarlarını ilgilendiren şeyler hakkında son derece hassastır. Ancak her konuda kendi çıkar ve menfaatlerini en ince ayrıntısına kadar düşünen ve hesaplayan insanın doğrudan doğruya kendisini ilgilendiren ölüm konusunda kayıtsız ve umursuz olması son derece hayret vericidir. Kesin bilgiyle iman etmeyenlere özgü olan bu ruh halini Allah, Kuran'da tek bir kelime ile tanımlamıştır. Gaflet. Gafletin anlamı, şuurdaki bulanıklık ve kapalılık halidir. Bundan dolayı insanın gerçekleri tam olarak algılayamayıp, sağlıklı değerlendirmeler yapamamasıdır ve gereken sağlıklı tepkileri verememesidir. Bir ayette Allah şöyle buyurur:

 

“İnsanları sorgulama zamanı yaklaştı. Kendileri ise gaflet içinde yüz çeviriyorlar.”

(Enbiya Suresi, 1)

 

Gafletin Nedenleri - Tefekkür ve Akletme Eksikliği

 

Bazı insanlar ciddi konular üzerinde düşünmeye pek alışık değildir. Düşünmeden yaşamaya alışık olduklarından ölümü de çok uzak görürler. Küçük konularla o dar zihinlerini doldurur, küçük sorunlarda boğulur ve ölüm gibi önemli konuları düşünemezler. Herhangi birinin ölümüyle karşılaştıklarında ya da ölümle ilgili bir konu açıldığında Allah geçinden versin, Allah kimsenin başına vermesin, Allah sıralı versin gibi sözlerle kendilerini avutur, konuyu en kısa zamanda yine düşünmeden geçiştirmeye çalışırlar.

 

Yaşamın Karmaşa ve Hareketliliği

 

Yaşam öylesine akıcı ve hareketlidir ki kendini olayların akışına kaptıran insan özel bir çaba göstermezse eninde sonunda kendisini yakalayacak olan ölüm gerçeğini göz ardı edebilir. Bu tip insanlar sürekli yeni dünyevi planlar çıkarlar, hedefler peşinde koşarlar. Bunlarla oyalanmaktan ölümü düşünmeye fırsat bulamazlar. Hiç ummadıkları bir anda da hazırlıksız ve şaşkın bir şekilde ölüm gerçeğiyle karşılaşırlar ama artık çok geçtir.

 

Doğum Yanılgısı

 

Gafletin sebeplerinden birisi de doğumun varlığıdır. Her gün doğumlar ve ölümler olur. Yeryüzünün nüfusu hiç eksilmez. Hatta günden güne artar. İnsan kendisini bu döngünün etkisine kaptırınca sanki doğumlar ölümleri telafi ediyor, yaşam böylece dengeleniyor gibi bir yanılgıya kapılabilir. Bu da ölüme karşı bir gaflet perdesi oluşmasına sebep olur. Halbuki yeni doğanların öleceklere hiçbir etkisi yoktur. Bu yalnızca psikolojik bir yanılgıdan ibarettir. Günümüzden 150 yıl önce yaşayanlardan bugün hiçbiri hayatta değildir. Kendilerinden sonra doğanların bu kişilerin ecellerine hiçbir faydası dokunmamıştır. Aynı şekilde 100 yıl sonra da şu anda yaşayan insanlardan hemen hemen hiçbirisi kalmayacaktır. Çünkü dünya bir tür durak yeridir. Sürekli dolar ve boşalır.

 

Kendini Kandırma Yöntemleri - Yaşlılık Dönemine Erteleme Düşüncesi

 

Bu savunma mekanizması gençlerde ve orta yaşlarda görülür. Bunu kullanan insan genelde 70-80 yıl yaşayacağını hesaplar ve ancak ömrünün son yıllarını bu tür konulara ayırmaya karar verir. Böylece ölüme ve öbür dünyaya hazırlanmak için de yaşamından bir pay ayırmış olduğunu düşünür ve vicdanını rahatlatır. Halbuki bir saniye sonra yaşayacağının bile garantisi olmayan, daha ne kadar yaşayacağını, nerede ve ne zaman öleceğini asla bilmeyen bir insanın böyle uzun vadeli, sonuçsuz hesaplar yapmasının ne büyük bir gaflet olduğu ortadadır. Kaldı ki o beklediği yaşlılık sınırına kadar yaşasa bile bir şey değişmeyecek. Sahip olduğu zihniyeti değiştirmediği sürece ölümle karşı karşıya gelene dek erteleme mantığını sürdürecektir. Allah bir ayette şöyle buyurur:

 

“Ertelemek ancak inkarda bir artıştır.”

(Tevbe Suresi, 37)

 

Cehennemde Cezamı Çeker ve Çıkarın Mantığı

 

Toplumda oldukça yaygın olan bu görüş gerçekte doğru bilinmemektedir. Kuran'ın hiçbir yerinde bir süre Allah'ın dilemesi dışında cehennemde ceza görüp sonra bağışlanarak cennete alınanlardan söz edilmez. Tam tersine konu ile ilgili tüm ayetlerde kıyamet günü müminlerin ve inkarcıların kesin bir biçimde ayrılacakları, müminlerin ebediyyen cennete girecekleri, inkarcıların ise ebediyyen cehenneme sürülecekleri ve Allah bilemedikçe oradan çıkamayacakları bildirilmiştir.

 

“Bu onların, ateş bize sayılı günler dışında kesinlikle dokunmayacak demelerindendir. Onların bu iftiraları dinleri konusunda kendilerini yanılgıya düşürmüştür.”

(Ali İmran Suresi, 24)

 

Ben Zaten Cennete Gireceğim Mantığı

 

Kendilerinin mutlaka cennete gireceğini iddia eden insanlar vardır. Dünyada iyilik olarak tanımladıkları ufak tefek bir takım şeyleri yaparak ve kötülük olarak tanımladıkları bir takım şeylerden uzak durarak cennete gideceklerini sanırlar.

Bu kişiler Allah'a karşı samimiyetsiz bir tutum içinde olduklarına aslında için için kendileri delirirler. Fakat bu gerçek onlara hatırlatılmak istense bunu kabul etmeyip hemen kendilerini temize çıkarmaya çalışırlar. Din ahlakını yaşamanın önemsiz olduğunu öne sürer, mahalledeki dindar görünümlü kişilerin aslında ne kadar namussuz, ahlaksız olduğunu iddia ederek kendilerini masum göstermeye uğraşırlar. Kalplerinin temiz olduğunu, kimsenin kötülüğünü istemediklerini, kimsenin malından, mülkünde, ailesinde gözleri olmadığını söyleyerek iyi insan olduklarını ispatlamaya kalkarlar. Dilencilere sadaka verdiklerini, komşuya ikram ettiklerini, senelerce gece-gündüz çalıştıklarını, insanlığa hizmet ettiklerini, bundan daha iyi Müslümanlık olmadığını savunurlar. Bu ifadeler Kuran'da bildirildiği üzere din öne sürülerek Allah'a yalan söylemekten ibarettir.

 

“Eğer doğru söylüyorsanız öyleyse getirin kitabınızı.”

Saffat Suresi, 157)

 

Bir kısım insanlar ise nasılsa toprak olup yok olacağım, ölümden sonra hayat yoktur diyerek hesap verme, cehennem azabıyla karşılaşma gibi korku ve endişelerini bastırırlar. Gaflet halinin onlara verdiği bir nevi sarhoşluk hali içinde ölüm onları yakalayıncaya kadar yaşamlarını sürdürdüler.

 

Gafletin Sonucu

 

Yaşadığı sürece ölüm insanı kendini hatırlatır. Bazı kişilerde bu hatırlatmalar fayda verir ve bir takım konuları tekrar gözden geçirmesi, hayata ve olaylara bakış açısını yeniden düzenlemesi gerektiğini ciddi bir şekilde düşünmeye başlar. Bazı kişilerde ise sözünü ettiğimiz kendini kandırma mekanizmaları devreye girer, kalbinin ve gözünün önündeki gaflet perdesi günden güne daha da kalınlaşmaya başlar.

İşte inkarcıların bir kısmının yaşlanıp ölüme iyice yaklaştıkları halde, ölümü büyük bir sakinlikle ve akılsızca bir rahatlıkla beklemeleri bu gaflet perdesinin göstergesidir. Düşünmedikleri için ölüm onlara yalnızca tatlı bir uykuyu, huzuru, sakinliği ve ebedi bir rahatlığı çağrıştırır. Oysa onları yoktan var edip yaratan, sonra öldürüp tekrar diriltecek olan Allah, onları azapla geçirecekleri ebedi bir hayatı, ebedi bir pişmanlığı ve mutsuzluğu vaad etmiştir. Onlar bu gerçeği tam ebedi uykuya dalacaklarını sandıkları ölüm anında bizzat görürler. Çünkü ölümün bir yok oluş olmadığını, aksine kendileri için azapla dolu yeni bir dünyanın başlangıcı olduğunu anlarlar. Canlarını alan ölüm meleklerinin dehşet verici gelişi o büyük azabın ilk habercisidir. Bu nedenle Kuran'da ölümden sonraki yaşamı reddeden inkarcılardan söz edilirken, -şeytandan Allah’a sığınırım- “Öyleyse melekler yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları zaman nasıl olacak” denir. (Muhammed / 27) Bu anda inkarcıların ölümden önceki küstah ve kibirli tavırları yerini dehşet, pişmanlık, çaresizlik ve sonsuz bir acıya bırakır. Allah Kuran'da bu durumu şöyle haber verir:

 

“Dediler ki, biz yer, toprağın içinde yok olup gittikten sonra gerçekten biz mi yeniden yaratılmış olacağız? Hayır, onlar Rab'lerine kavuşmayı inkar edenlerdir. De ki, size vekil kılınan ölüm meleği hayatınıza son verecek, sonra Rab'binize döndürülmüş olacaksınız. Suçlu günahkârları, Rableri huzurunda başları öne eğilmiş olarak, ‘Rabbimiz, gördük ve işittik. Şimdi bizi bir kere daha dünyaya geri çevir, salih bir amelde bulunalım. Artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız.’ diye yalvaracakları zamanı bir görsen.”

(Secde Suresi, 12)

 

Ölümden Kaçış Yoktur

 

İnsan özellikle gençliğinde ölümü hiç aklına getirmek istemez. Bunu bir son olarak gördüğü için ölümün düşüncesinden bile kaçar. Düşünmemek onun için en rahat kaçış yoludur. Oysa fiziksel kaçış ölüme bir çare olmadığı gibi ölümü aklına getirmekten kaçınarak ölümden kurtulabilmek de mümkün değildir. Dahası ölümü hiç aklına getirmemek de zaten mümkün değildir. Çünkü insan her gün medyada mutlaka ölüm haberleriyle karşılaşır. Yolda giderken bir cenaze arabasına rastlar ya da bir mezarlığın önünden geçer. Zaman içinde yakınları ve akrabaları ölür. Onların cenazelerine gittiğinde ve evlerini ziyaret ettiğinde mutlak gerçekte yüz yüze kalır. Başkalarının, özellikle de sevdiklerinin ölümünü gördükçe kendi sonunu düşünür ve insan ne kadar direnirse dirensin, nereye sığınırsa sığınsın, nereye kaçarsa kaçsın, aslında farkında olmadan her an kendi ölümüne doğru koşar. Önünde başka bir kapı tercih veya çıkış yolu yoktur. Geri sayım sürekli devam eder. Ne yöne dönerse ölüm onu oradan karşılar. Allah'ın kanununda bir değişme olmaz. Kaderde belirlenmiş bir anda ve yerde ölüm onu yakalar. Kuran'da Allah bu gerçeği şöyle haber verir:

 

“De ki, elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm şüphesiz sizinle karşılaşıp buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen Allah'a döndürüleceksiniz. O da size yaptıklarınızı haber verecektir.

(Cuma Suresi, 8)

 

Her nerede olursanız ölüm sizi bulur. Yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile.”

(Nisa Suresi, 78)

 

Gerçek Ölüm ve Görünen Ölüm - Ruhun Ölümü Gerçek Ölüm

 

Nasıl öleceğinizi, ölümün nasıl bir şey olduğunu, ölürken neler olacağını hiç düşündünüz mü? Şimdiye dek önce ölüp sonra da dirilerek insanların arasına dönen ve neler görüp neler hissettiğini anlatan hiç kimse olmamıştır. Bu nedenle ölümün nasıl bir durum olduğunu, bir insanın ölüm anında neler hissettiğini bilmemize teknik olarak imkan yoktur. Ancak insana hayatını veren ve zamanı gelince de geri alan Allah, ölümün nasıl gerçekleştiğini Kitabında bizlere bildirmiştir. Bu nedenle ölümün nasıl gerçekleştiğini, ölmekte olan bir insanın gerçekte neler yaşayıp neler hissettiğini ancak Kuran'dan öğrenebiliriz.

Kuran'a baktığımızdaysa oldukça önemli bir gerçekle karşılaşırız. Çünkü Kuran'da haber verilen ve tarif edilen ölüm, tıbbi ölümden yani diğer insanlar tarafından gözlemlenen ölümden çok farklıdır. Öncelikle bazı ayetlerde ölüm anında ölecek kişi tarafından görülen fakat diğer insanlar tarafından gözlemlenemeyen olaylar yaşandığı bize haber verilir. Vakıa Suresi’nde şöyle buyrulmaktadır:

 

“Hele can boğaza gelip dayandığında ki o sırada siz sadece bakıp durursunuz, biz ona sizden daha yakınız, ancak görmezsiniz.”

(Vakıa Suresi, 83)

 

Buna karşın müminlerin ölümü ise güzellikle olur:

 

“Ki melekler güzellikle canlarını aldıklarında ‘selam size’ derler. ‘Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin.’”

(Nahl Suresi, 32)

 

İşte bu ayetlerde bize ölüm hakkında çok önemli ve değişmez gerçekler haber verilir. Ölüm anında ölen kişinin yaşadıklarıyla dışarıda onu izleyen kişilerin gördükleri şeyler çok farklıdır. Örneğin hayatı boyunca iflah olmamış azılı bir inkarcı dışarıdan bakıldığında uykusu sırasında ölmüş gibi algılanabilir. Oysa o anda başka bir boyuta geçen ruhu büyük acılar içinde ölümü tatmaktadır. Ya da tam tersini acı çektiği sanılan bir müminin ruhu ayette de bildirildiği gibi bedeninden, melekler tarafından, güzellikle ayrılır. Kısaca bedenin tıbbi ölümüyle Kuran'da tarif edilen ölüm gerçekte çok farklı olaylardır.

İşte tadılan bu gerçek ölüm az önce belirttiğimiz gibi inkarcılar için büyük bir azap, müminler için ise büyük bir nimet ve güzelliktir. İnkarcıların canlarının zorluk içinde çıktığı da Kuran'da bildirilir. Ayetlerde bu zorluk ayrıntılı olarak tarif edilir.

 

Ölüm Anında İnkarcının Sırtına ve Yüzüne Vurularak Canının Alınması

 

“Öyleyse melekler yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları zaman nasıl olacak? İşte böyle. Çünkü gerçekten onlar Allah'ı gazaplandıran şeye uydular ve O'nu razı edecek şeyleri çirkin karşıladılar. Bundan dolayı Allah amellerini boşa çıkardı.”

(Muhammed Suresi, 27)

 

Ölümün Şiddetli Sarsıntıları ve Meleklerin İnkârcıya Ölüm Anında Ebedi Azaplarını Müjdelemeleri

 

“Melekleri onların yüzlerine ve arkalarına vurarak, ‘yakıcı azabı tadın’ diye o inkâr edenlerin canlarını alırken görmelisin. Bu, ellerinizin önceden takdim ettiği işler yüzündendir. Yoksa şüphesiz Allah, kullara zulmedici değildir.”

(Enfal suresi, 50)

 

Ayetlerden açıkça anlaşıldığı gibi, inkar eden bir kişinin ölümü kendisi için büyük bir azaptır. Dışarıdaki yakınları onun rahat yatağında huzurlu bir şekilde öldüğünü sanırlarken, o gerçekte maddi ve manevi çok büyük bir azabın içine girmiştir. Ölüm melekleri acı vererek ve aşağılayarak onun canını bedeninden çıkarırlar. Kuran'da bu, “melekler inkarcıların canlarını bedenlerinden ta en derinden acıyla sökerek çıkaranlar” (Naziat / 1) şeklinde tarif edilir. Başka ayetlerde ise şöyle buyurmaktadır:

 

“Hayır, can, köprücük kemiğine gelip dayandığı zaman 2son müdahaleyi yapacak kim’ denir. Artık gerçekten kendisi de bir ayrılık olduğunu anlamıştır.”

(Kıyamet Suresi, 26)

 

İşte inkarcı artık hayatı boyunca inkar etmiş olduğu o büyük gerçekte yüz yüzedir. Ölümle birlikte yaşamı boyunca işlediği büyük suçun yani inkarının cezasını çekmeye başlayacaktır. Bunun aksine ölüm mümin için büyük bir mutluluk ve neşenin başlangıcıdır. Ruhu en derinden acıyla sökülen inkarcının aksine müminin ruhu yumuşacık çekip alanlar tarafından güzellikle ve selamla adeta uykuda ruhun acısızca bedenden ayrılıp farklı bir boyuta geçmesi gibi alınır.

Ölümün gerçeği işte budur. Dışarıdaki insanlar yalnızca tıbbi ölümü bilirler. Hayati fonksiyonları sona ermek üzere olan bir beden görürler. Ölen kimseyi seyredenler ne onun yüzüne ve sırtına vurulduğunu, ne ayaklarının dolaştığını, ne de canının köprücük kemiğine dayandığını görürler. Bu görüntü ve hislerle yalnızca ölen kişinin ruhu muhatap olur. Oysa gerçek ölüm dışarıda insanların göremeyeceği bir boyutta ölen kişi tarafından bütün yönleriyle tadılmaktadır. Bir başka deyişle ölüm sırasında yaşanan olay bir boyut değişikliğidir.

Dışarıdaki insanların gördüğü tıbbi ölümünde insana ders veren çok önemli bir yönü vardır. Tıbbi ölümün insan bedenini yok edişi insana çok önemli bazı gerçekleri kavrama fırsatı verir. Bu nedenle gerçek ölümün ardından söz konusu tıbbi ölüme de değinmek, hepimizin bedenini bekleyen mezar hakkında biraz düşünmek gerekir.

 

Bedenin Ölümü Dışarıdan Görünen Ölüm

 

Ölüm anında ruh bu dünyadaki insanların içinde yaşadıkları boyuttan ayrılırken deri değiştiren canlılar gibi geride cansız bedenini bırakır ve asıl hayatına doğru ilerler. Ancak geride kalan bedenin karşılaşacakları da ibret vericidir. Özellikle bu bedene hayattayken gereğinden fazla değer verenler için.

Peki öldükten sonra bu bedenin başına neler geleceğini ayrıntılı olarak düşündünüz mü hiç? Bir gün öleceksiniz. Belki hiç beklenmedik bir şekilde. Bir şeyler almak için markete giderken yolda bir araba kazası geçireceksiniz. Ya da amansız bir hastalık hayatınıza son verecek. Veya bir anda kalbiniz duracak. Böylece ölümü tatmaya başlayacaksınız.

Bu andan itibaren de bedeninizle hiçbir ilişkiniz kalmayacak, hayat boyu ‘ben’ dediğiniz ve sahiplendiğiniz o beden sıradan bir et parçası haline gelecek. Ölümünüzle birlikte bedeninizi başka insanlar taşımaya başlayacaklar. Etrafta ağlayanlar ‘daha dün buradaydı, dağ gibi adamdı’ diyenler olacak. Sonra o bedeni alıp evin bir odasına belki de morga koyacaklar. Orada bir gece bekleyecek, ertesi gün gömme işlemleri başlayacak. Cansız bedeni alıp gasilhaneye götürecekler. Görevli kas katı kesilmiş olan bedeninizi soğuk suyla yıkayacak. Ancak bu aşamada ölümün izleri de bedenden aşikar hale gelecek. Morarmalar başlayacak, daha sonra bedeni beyaz bir bezle, kefenle saracaklar. Sonra da tahta tabuta koyup üstüne yeşil bir örtü örtecekler. Cenaze arabası gelecek, tabutu devralacak, araba mezarlığa doğru ilerlerken yolda hayat devam edecek. Bazı insanlar cenaze geçiyor diye saygı gösterecek, çoğu kendi işine bakacak. Sonra mezarlığa gelinecek, tabut sizi sevenler ya da seviyor gibi görünenler tarafından ellerde taşınacak. Etrafta muhtemelen yine ağlayanlar, sızlananlar olacak. Sonra o kaçınılmaz yere mezara gelinecek. Üstünde sizin isminiz yazılı.

Bedeni tabuttan çıkarıp beyaz kefenle birlikte mezarın içine atacaklar ve sonra son iş yapılacak, ellerine kürek alanlar, beyaz kefenin içindeki bedenin üzerine toprak atmaya başlayacaklar. Kefenin ağzını açıp içine de toprak atacaklar. Ağzınıza, burnunuza, boğazınıza, gözlerinize topraklar dolacak. Topraklar yavaş yavaş kefeni örtecek. Biraz sonra işleri bitecek ve gidecekler. Mezarlık her zamanki gibi derin sessizliğine bürünecek. Gidenler kendi hayatlarına geri dönecekler. Ama gömülen beden için artık hayatın hiçbir anlamı kalmamış olacak. Dünyadaki hiçbir güzellik, hiçbir güzel ev, güzel insan, güzel manzara artık o beden için hiçbir şey ifade etmeyecek. Bedeniniz hiçbir dostunuzla artık görüşemeyecek. Beden için var olan tek şey artık yalnızca toprak ve onun içindeki bakteri ve kurtlar olacak. İnsanın gömülmesiyle birlikte bedeni hem içten hem de dıştan gelen etkilerle hızlı bir parçalanma sürecine girecek. Böylece en güzel bir biçimde yaratılmış olan insan hayatı olabilecek en korkunç biçimde sona erecek.

 

Peki neden?

 

İnsan vücudunun öldükten sonra bu hale getirilmesi Allah'ın dilemesiyledir. Ve bunun çok büyük bir hikmeti vardır. İnsan, kendisinin aslında bedenden ibaret olmadığını, bedeninin yalnızca kendisine giydirilmiş geçici bir kılıf olduğunu bu korkunç sonu görerek anlamalı, bedeninin ötesinde bir varlığı olduğunu hissetmelidir. İnsan, sadece bedenden ibaret olamayacağını, bedenin ötesinde onu bir araç olarak kullanan ruhun var olduğunu anlamalıdır. Allah, kendini et ve kemikten ibaret sanan insana, belki de bunun bir aldanış olduğunu kavratmak için böyle ibret verici bir son hazırlamıştır.

İnsan, bedeninin ölümüne bakmalı, bu geçici dünyada adeta sonsuza kadar kalacakmış gibi sahiplendiği ve bütün arzularına boyun eğdiği bedeninin akıbeti hakkında düşünmelidir. O beden toprağın altında çürüyecek, kurtlanacak ve iskelete dönüşecektir.

 

Sonuç

 

Bu dünyada Allah sonsuz kudret ve bilgisinin bir göstergesi olarak birçok güzellik, sanat ve harikalıkla çok çeşitli kusur ve eksiklikleri de aynı anda yaratmaktadır. Mükemmellik ve kalıcılık bu dünyanın kanununa aykırıdır. Gelişen teknoloji de dahil olmak üzere insan aklının düşünebileceği hiçbir şey Allah'ın bu kanununu değiştiremeyecektir. Böylece insanlar bir yandan ahireti özleyip ona kavuşmak için çabalamalı ve Allah'a gereken şükür ve takdiri göstermelidirler. Bir yandan da bunların gerçek yerinin bu geçici dünya değil, eksik ve kusurlardan arındırılmış ve müminler için hazırlanmış ebedi cennet hayatı olduğunu anlamalıdırlar. Kuran'da bu gerçek çok açık bir biçimde bildirilir:

 

“Hayır, siz dünya hayatını seçip üstün tutuyorsunuz. Ahiret ise daha hayırlı ve daha süreklidir.”

A’la Suresi, 16)

 

Bir başka ayette ise: ''Gerçekten ahiret yurduysa asıl hayat odur'' (Ankebut / 64) denir. Asıl hayatımız olan ahiretle geçici bir yurt olan dünya arasında perde kadar ince bir sınır vardır. Ölüm işte bu perdeyi kaldırır. Ölümle birlikte bu dünya ve bedenle olan ilişki kesilecek yepyeni bir yaratılışla sonsuz hayata başlangıç yapılacaktır.

Ölümle birlikte başlayacak olan hayat, gerçek hayattır. Eksiklik, kusur, geçicilik dünyaya ait kanunlardır. Gerçek kanunlar, kusursuzluk, ölümsüzlük, mükemmellik üzerine kuruludur. Bir başka deyişle normal olan bir çiçeğin hiç solmaması, bir insanın hiç kirlenmemesi, hiç yaşlanmaması, bir meyvenin hiç çürümemesidir. Asıl kanunlar insanın her istediğinin anında gerçekleşmesini, insanın hiçbir acı ve hastalık yaşamamasını, hiçbir zaman üşümemesini ya da terlememesini gerektirir. Ancak asıl kanunlar asıl hayatta, geçici kanunlar da geçici olan bu dünya hayatındadır. Asıl kanunların yurdu yani ahiretse çok yakındır. Allah dilediği an insanın buradaki yaşamına son verip onu ahirete geçirebilir. Bu geçiş bir göz açıp kapaması kadar çabuk gerçekleşecektir. Rüyadan uyanmak gibi ölümle birlikte sona erecek olan dünyanın ahirete göre nedenini kısa olduğunu Kuran'da şöyle anlatılır:

 

“Dedi ki: 'Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?' Dediler ki: 'Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor.' Dedi ki: 'Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz,' Bizim 'sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?'”

(Müminun suresi, 112-115)

 

Ölümle birlikte rüya sona ermiş ve gerçek yaşam başlamıştır. Yeryüzünde bir gün ya da bir günün birazı kadar, hatta bir göz çarpması kadar kalmış olan insan yaptıklarının hesabını vermek üzere Allah'ın huzuruna çıkar. Eğer dünyadayken ölümü aklında tutmuş, Allah'a kavuşacağının bilincinde olarak yaşamış ise kurtulacaktır. Kuran'da kitabı sağ eline verilen bu kişilerin şöyle diyeceği haber verilir:

 

“..Alın kitabımı okuyun. Çünkü ben gerçekten hesabıma kavuşacağımı sanmış, anlamıştım.”

(Hakka Suresi, 19-20)

 

Bu dünya insanların eğitim yeridir. Allah insanlara dünyada çeşitli sorumluluklar yüklemiş ve onlara gözetmeleri gereken sınırları bildirmiştir. İnsan bu sınırları gözettiği, emredilenleri yerine getirip yasaklanan şeylerden sakındığı ölçüde ruhen olgunlaşır. Aklı ve şuuru gelişir, sonuçta Allah'ın beğendiği üstün akla ve ahlak özelliklerine sahip ideal bir mümin haline gelir. Bu şekilde her yönüyle mükemmel yaratılmış olan cennete girmeye layık bir insan haline gelir.

Bu nedenle uzun yaşama hesapları yapmak yerine insan Allah'a karşı sorumlu olduğunu ve hesap gününde bütün yaptıklarının hesabını vereceğini bilerek Kuran'ın ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetinin rehberliğinde onun gösterdiği yola uygun olarak yaşamalıdır. Ebedi kurtuluşu isteyen insanlara Allah Kuran'da şöyle emreder:

 

“Ey iman edenler! Allah'tan korkun! Herkes yarın için neyi takdim ettiğine baksın. Allah'tan korkun! Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Kendileri Allah'ı unutmuş, böylece O da onlara kendi nefislerini unutturmuş olanlar gibi olmayın. İşte onlar, fâsık olanların ta kendileridir.”

(Haşr Suresi, 18-19)

 

Ölüm sizi her an yakalayabilir. Kim bilir o an belki de şu andır ya da size çok yaklaşmıştır.