İşitme merkezi

"İşitme sistemi" belgeselinden.

İşitme Merkezi

Bu sembolik anlatımda işitme duyumuzda yer alan unsurlar gösterilmektedir. Kulağımıza gelen ses dalgaları A harfiyle temsil eden bölümün içinde toplanır, B’yi geçer ve C ve E harfleri arasındaki mekanik sistemi harekete geçirir. E harfinden sonra mekanik güç, resmin sağında yer alan mor renkli bölüme ulaşır. Burada mekanik güç sıvıyı hareketlendirir. Ve elektrik sinyali üretilir.

Bu sinyaller şeklin en sağında gördüğünüz kırmızı şeritler tarafından taşınır. Ulaşılan yer bir bilgisayardır. Bilgisayar içinde yapılan işlemlerle sesler işlenir ve işitme gerçekleşir.

Bilgisayarın sembolize ettiği yer beynimizdeki işitme merkezidir. Beyindeki işitme merkezi iç kulaktan aldığı sinyalleri yorumlayarak işitme dediğimiz işlevi sağlayan parçadır. Bütün seslerin işlendiği bu yer sanıldığının aksine çok sessizdir. Beynimizdeki işitme merkezi, henüz tam olarak aydınlatılmamış olmakla birlikte, mucizevî bir işlevi yerine getirir. İşitme ile ilgili bilgi, kulağımızdan bu işitme merkezine, 2,5 cm uzunluğundaki bir sinir tarafından taşınır.

Beynimiz, kendisine ulaşan sinyalleri, “saniyenin onda biri kadar bir zamanda” o ana kadar duymuş olduğumuz 400 bin kadar sesi analiz ederek karşılaştırır. Bu sayede vücudumuz sese vereceği tepkiye hazır hale gelir. Eğer böyle olmasaydı arkamızdan gelen bir arabanın sesini duyamaz ve asla tam zamanında önünden kaçamazdık.

İşitme merkezinin bir başka özelliği de sesler üzerindeki süzme yeteneğidir. Günlük hayatımızda pek çok sesi kapalı mekânlarda algılarız. Bu ortamlardaki radyo, televizyon gibi cihazlardan çıkan her türlü ses kapalı çevredeki cisimlere çarpar ve yankılanır. Dolayısıyla orijinal sesten hemen sonra bu sesin duvar, tavan gibi ortamlara çarparak geri dönen “yankı”sını da duymamız beklenir. Yankı etkisini arttırması gereken bir başka unsur da başımızdır. Başımıza çarpan ses dalgalarının doğrudan kulağımıza gelenlerin peşi sıra işitme merkezine ulaşması bunun da yankı özelliğini artırması gerekir. Ancak hiçbir zaman böyle olmaz, algılamamız gereken sesin dışındaki tüm yankılar beyin sapında elemeye tutulurlar.

Johns Hopkins Tıp Fakültesi İşitme Bilimleri Merkezi’nin Yöneticisi Eric Young beynimizin bu mükemmel özelliğini şöyle anlatıyor:

“Beyin sapımızdaki hücreler çevredeki sesin yerini saptamak üzere iş başındadır. Böylece yüzlerce farklı ton ve karakterdeki ses değerlendirilir. Sesler arası ayırım burada ve hiç bir özel gayret olmadan yapılır. Gayda sesi ayak sesinden ayrılır. İşitme sinyalleri üzerlerindeki yankı gölgesi, AKILLI beyin sapımız tarafından silindiği için keskinleşir. Böylece bu yankıları algılamayız. Örneğin sizinle konuşan ve piyano çalan arkadaşınızdan gelen sesler duvarda, şöminede ve tavanda yankılanır. Bu noktada beyin sapımızdaki işlem merkezi gelen yankı seslerini denetime alır ve dışlar. Sonuçta orijinal sesin geçmesine izin verir, yankıların tamamını siler. Adeta bir hile yaparak sesin bütünlüğünü korur.”(John Hopkins Magazine – Eylül 1996)

Beyin sapının yankıları engelleyen bu muhteşem seçiciliğine rağmen nasıl oluyor da bazı yankıları duyuyoruz? Bu durum karşımızdaki mesafeyle ilgilidir. Eğer mesafe fazlaysa, örneğin vadi gibi bir bölgede ya da boş bir odada yüksek volümlü sesler yankı oluşturur. Çünkü bunlar zamanlama olarak orijinal sesten bir kaç saniye sonra bize ulaşır.

Bu durumda gelen ses beynimiz tarafından elemeye tabi tutulmaz. Ayrı bir ses olarak algılanır. Ama bu sırada beyin ilk sesin değerlendirilmesini tamamlamıştır. Dolayısıyla yankının orijinal sesle karışıp rahatsızlık oluşturması da söz konusu değildir.

Ses de tıpkı sudaki dalgalar gibi havada belli bir hızla yayılır. İşitme merkezimiz sesin bu özelliğinden en iyi biçimde istifade edebilecek bir tasarıma sahiptir.

Her iki kulağımız arasındaki mesafe yaklaşık 20 cm.dir. Bu nedenle başımızın bir yanından gelen bir ses diğer yandaki kulağa saniyenin beş binde üçü kadar bir gecikme ile ulaşır. Beynimizdeki bazı hücreler bu çok küçük farkı hemen algılayarak sesin hangi yönden geldiğini tam olarak hesaplarlar. Ancak ses dalgalarının arasındaki mesafe iki kulağımızın arasındaki mesafeden kısa ise bu yöntem bir işe yaramaz.

Buna rağmen biz yine de bu tip ses dalgalarını duyabilir ve kaynaklarının yönünü belirleyebiliriz.

Peki, ama nasıl?

İşitme merkezi bunu “sesin gölgesini oluşturarak” başarır. Şöyle bir örnekle açıklayalım: Başımıza yandan ışık vurduğunda başımızın diğer yanında, başımızın bir gölgesi oluşur. İşte bunun gibi yandan gelen bir ses olduğunda başımızın diğer tarafında sesin şiddetinin düşük olduğu bir “ses gölgesi” olacaktır. Tiz ses her iki kulağa hemen hemen aynı anda ulaşmasına rağmen işitmeye hassas hücreler bu kez her iki kulağa ulaşan sesler arasındaki bu şiddet farkından yararlanarak sesin tam olarak hangi yönden geldiğini hesaplarlar. İşitme merkezi tüm bunları kendine ulaşan elektrik sinyallerini analiz ederek yapar.

Öyleyse havadaki ses dalgaları nasıl olur da elektrik sinyallerine dönüşür?

İşte burada kulağın yaratılışındaki hayranlık verici başka özelliklerle karşılaşırız.