İngiliz derin devletinin Türk ve İslam karşıtlığı

İNGİLİZ DERİN DEVLETİNİN TÜRK VE İSLAM KARŞITLIĞI

Osmanlı’nın çöküşüne zemin hazırlayan, Ortadoğu’yu paramparça eden ve İslam coğrafyasını kana bulayan en önemli unsurlardan biri, 19. Yüzyılda dönemin İngiltere’sinde başlayan İslam ve Türk milleti aleyhine propagandadır. Amaç Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi, İslam coğrafyasının işgal edilmesi sürecinde yaşanacak haksızlık ve adaletsizliklere kamuoyunun tepki göstermesini engellemek, Müslüman ve Türk toplumlara yapılan zulümleri sözde meşrulaştırmaktır.

Bunun ilk adımı, Darwin’in Türklerin –haşa- aşağı bir ırk olduğunu ve “yakın tarihte silinip yok olacağı” yalanını ortaya atmasıyla başlamış, böylece İngiliz derin devletinin İslam coğrafyasında oluk oluk akıttığı kan sözde bilimsel bir  zeminde gelişmiştir. Bakın Darwin ne diyor, bilim dışı hezeyanlarıyla İngiliz derin devletine nasıl maleme veriyordu:

İslam’ı, Müslümanları ve Türk milletini tüm bu çirkin ifadelerden tenzih ederiz.

 İngiliz olan Darwin’in Türk milleti hakkındaki hezeyanları

Doğal seleksiyona dayalı kavganın, medeniyetin ilerleyişine sizin zannettiğinizden daha fazla yarar sağladığını ve sağlamakta olduğunu ispatlayabilirim. Düşünün ki, birkaç yüzyıl önce Avrupa, TÜRKLER tarafından işgal edildiğinde, Avrupa milletleri ne kadar büyük risk altında kalmıştı, ama artık bugün Avrupa'nın Türkler tarafından işgali bize ne kadar gülünç geliyor. Avrupa ırkları olarak bilinen medeni ırklar, yaşam mücadelesinde TÜRK BARBARLIĞINA karşı galip gelmişlerdir. Dünyanın çok da uzak olmayan bir geleceğine baktığımda, BU TÜR AŞAĞI IRKLARIN ÇOĞUNUN MEDENİLEŞMİŞ YÜKSEK IRKLAR TARAFINDAN ELİMİNE EDİLECEĞİNİ (YOK EDİLECEĞİNİ) GÖRÜYORUM.

Darwin’in bu sözde bilimsel tespitinin ardından dönemin önde gelen İngiliz siyasetçi ve yazarları arka arkaya Türk düşmanı açıklamalar yapmış, Türk ve İslam karşıtlığını adeta bilimsel bir duruş gibi yansıtmışlardır. Örneğin, dönemin İngiliz Dışişleri Bakanı Villiers, tıpkı Darwin gibi Türk ırkını medenileşemeyecek bir ırk olarak tanımlamıştır. Villiers’in hezeyanlarına göre Türkleri geliştirmenin tek yolu, onların dünyadan temelli olarak gönderilmesidir. 1880-1885 yılları arasında İngiltere'nin başbakanlığını yürüten Gladstone da Osmanlı’ya ve Türk Milleti'ne sayısız hakaretler etmiştir. Bunlardan biri şudur:

“Türkler insanlığın insan olmayan numuneleridir. Medeniyetimizin bekası için onları Asya steplerine geri sürmeli veya Anadolu'da yok etmeliyiz. Türklerin yaptıkları kötülükler yalnız bir surette ortadan kaldırılabilir: Kendileri yok olmakla.”

Gladstone’un karşıtlığı sadece Türk milletine değil, tüm Müslümanlara yöneliktir. “Kuran-ı Kerim yok edilmedikçe Avrupa’ya barış gelmeyecek.  Kuran’ı Müslümanların elinden almalıyız” diyen Gladstone, Türk karşıtlığını anlatan "Bulgar Terörü ve Doğu Sorunu" isimli bir broşür yayınlamıştır. Bu broşürde Osmanlı’yı alabildiğine kötülemiş, "Türkler için en iyi yol pılı pırtılarını toplayıp, gitmeleridir…" çağrısı yapmıştır.

İngiltere eski Başbakanı Tony Blair’ın ise, yaptığı konuşmalarda sık sık Gladstone’dan ilham aldığını ve kahramanının Gladstone olduğunu söylemesi oldukça manidardır.

Tony Blair: “Gladstone’dan 120 yıl sonra bugün de aynı sorularla karşı karşıyayız. Gladstone’un 1876'daki cevabı netti benim cevabım da aynı.”

Yani 200 yıldır İngiliz derin devletinin siyaseti hep aynıdır:  “Türkleri ve Müslümanları yok etmek için uğraşmak”

İngiltere başbakanı Lord Salisbury ise 1911 tarihli gizli bir belgede Türkler hakkında şunları söylüyordu:  “Aynı maskara Osmanlılık devam ediyor. Fanatik cahil insanlar, barbar millet, kapitülasyonların da kalkmasını istiyorlar. Türkler daima Türk kalacaklar, hiçbir zaman Avrupalılaşamayacaklar…”

Osmanlı’yı ekonomik olarak prangaya vuran kapitülasyonlara haklı olarak karşı çıkmayı “barbarlık” olarak gören bu sözler aslında İngiliz derin devletinin zihniyetini de gözler önüne sermektedir. İngiliz derin devletine göre “Türkler ve Müslümanlar, Anglo Sakson ırkına köle olmaya, hizmet etmeye, sömürülmeye mahkumdurlar. Buna karşı çıkmaları bile düşünülemez.” Nitekim Osmanlı Devleti'ne "Hasta Adam" lakabını takan da dönemin İngilteresidir. Başbakan Asquit bir konuşmasında: "Osmanlı Devleti ölüm döşeğine yattı. Dünya için bir şer ve fenalık yuvası olan bu hasta bir daha canlanmayacak" der.

Birinci dünya savaşında döneminde İngiltere başbakanı olan Loyd George da savaş sırasında yayınladığı memorandumda şöyle yazmıştı:

“Arapça konuşan her yer Osmanlı İmparatorluğu'ndan alınmalı ve manda haline getirilmelidir. Türkler Anadolu'nun büyük bir kısmına sahip olacaklar, fakat Avrupa'da hiçbir toprak sahibi olamayacaklardır. Türklere Boğazlarda ve denizlerde hiçbir yer verilmeyecektir. Türkler yüzlerce yıl Avrupa'da kaldılar ve Avrupa'daki bütün belaların başı oldular. İstanbul Türk değildir, Yunanlıdır. Türkler oradan atılmalıdır.”

Lord Cruzon ise Türklere beslediği karşıtlığı şöyle ifade ediyordu: “…Türkler Avrupa’dan atılmalıdır.... bir veba tohumu olan, savaşların yaratıcısı, komşuları için bir küfür olan Türkler Avrupa ‘dan silinmelidir.”

İngiliz tarihçi Edwin Pears’in ise 1918’de İstanbul’un işgali hakkında Daily News Gazetesi’ne yazdığı makaledeki şu ifadeleri ibretliktir: “Görünen o ki Türklerden kurtulmak üzereyiz. Bu kutlu olayın gerçekleşmesi durumunda, dünyadaki tüm Hristiyan ırklarda, zafer şarkıları yükselmeli ve bu ilahiye tüm medeniyet aşıkları katılmalıdır.”

Burada sadece bazı örneklerine yer verdiğimiz 19. Yüzyıl İngiliz siyasetçilerinin Türklük ve Müslümanlık karşıtı söylemleri, hem Osmanlı’nın yıkılışını hem de günümüzdeki bir takım gelişmeleri anlamak açısından önemlidir. Üstelik 19. yüzyılda İngiliz derin devleti, sadece Osmanlı’yı değil, İslam dinini de hedef almıştır. Yapılan provokasyonlarda dinimize yönelik saldırılar gerçekleştirilmiş ve İslam alemini güçsüzleştirme politikası hayata geçirilmiştir. İngiliz politikacılarından Edward Augustus Freeman, İslam’ın –haşa- engelleyici ve hoşgörüsüz bir din olduğu iftirasıyla ortaya çıkmıştır. Freeman, Bulgar ayaklanması sonrası yaşanan Türk aleyhtarı propagandanın da önde gelenlerindendir.

İngiltere’de İçişleri Bakanı, Donanma Bakanı, Savaş Bakanı, Maliye Bakanı, Dışişleri Bakanı ve son olarak da Başbakan olarak görev yapan Winston Churchill ise İslam dini ve Müslümanlar hakkında defalarca iftiraya varan ifadeler kullanmıştır. “Ben Türk’ün peşindeyim” (Winston Churchill’den Anthony Edan’a, 8 Haziran 1942) diyen Churchill, Anglo Sakson ırkını üstün diğer halkları ise aşağı sınıftan sömürülmesi ve yönlendirilmesi gereken sözde yarı hayvan varlıklar olarak gören biridir. Irkı bozulmuş 100.000 İngiliz’in zorla çalışma kamplarına götürülmesi ve kısırlaştırılmasını teklif eden bir siyasetçi olan Churchill bu sayede ingiliz ırkının gerilemesinin engelleneceğini düşünüyordu.

Kenya’nın verimli topraklarını sadece beyazların işlemesini emreden, 150.000 Kenyalının toplama kamplarına götürülmesine sebep olan, 1943 Bengal kıtlığında 4 milyon Hintli’nin hayatını kaybetmesinin ardından “Hintlilerden nefret ediyorum. Barbar bir dine sahip hayvan gibi bir kavim”  diyen de Churchill’dir.

Churchill, Afganistan’da askerlere direniş gösteren herkesi anında vurma emir vermişti. Peştunların İngiliz ırkının üstünlüğü fark etmeleri gerektiğine inanıyordu. “Kızılderililer ve Aborjinlere kötülük yapıldığını kabul etmiyorum. Yaşananlar sadece üstün ırkın gelip her şeye el koymasıdır” sözleri deChurchill’in ırkçı düşünce yapısının bir başka çirkin yansımasıydı. Churchill, Filistin halkı için ise “Köpek kulübesi hakkında son kararı, içinde yaşayan köpekler veremez” demişti. Ne var ki günümüz Ortadoğu haritası Churchill’in Ortadoğu halklarını sözde aşağı tür olarak gören bu çirkin mantığıyla çizildi...

Bugün de İslam coğrafyasında yer alan zulümlerin arkasında, İngiliz derin devletinin ırkçı ve İslamiyet karşıtı kara propagandası ve sinsi siyaseti vardır. Bu sinsi plana karşı kurulacak en büyük set ise, Müslümanların demokrasinin, özgürlüğün, sanatın ve kalitenin en yüksek noktası olan Kuran İslamı’nı yaşayıp ittifak ettiği güçlü bir İslam Birliği’dir. Müslümanlar, Allah’ın emrettiği gibi, topyekûn bir sevgi birliği içinde olduklarında, hiçbir planın bu coğrafyada etkili olma imkanı yoktur.