Savunulmazı Savunmak

Propaganda, toplumları alışılmayacak olana alıştırma siyasetidir. En yoğun kullanıldığı dönem II. Dünya Savaşı olmuştur. Propagandanın gücünün farkında olan Hitler, kurduğu propaganda bakanlığı sayesinde güçlü ve sevecen lider imajını tüm Almanlar arasında yaygınlaştırmıştır. Alman halkının büyük bölümü, asla rıza göstermeyecekleri katliamlara alışır hale gelmiştir.


Günümüzde propaganda, bilinçaltımızı etkilemek için çeşitli psikolojik yöntemler kullanıyor. Buna göre topluma empoze edilmek istenen “kabul edilemez” ya da gayri ahlaki bir konu, masum ve makul gibi görünecek şekilde veriliyor. Kullanılan yöntemler ise çok çeşitli. Ancak çoğu, medya aracılığıyla yapılan görsel münipulasyonla sağlanıyor. Kişi, mhedeflenen konuya, hayatının her anında çeşitli şekillerde karşılaşabiliyor. Reklamlar, filmler, sokaktaki panolar, sosyal medya hep bu amaca hizmet ediyor.


Son zamanlarda sıkça duyduğumuz bir terim, bu konuya önemli bir örnek. Terminolojide kullanılan ismi, collateral damage  yani ikincil zarar. Bu ifadeyi, askeri bombardımanlar sırasında katledilen binlerce masum sivili tanımlayan terim olarak duyuyoruz. Bu kavram ile, rastgele ve kontrolsüz yapılan katliamlar, manşetlerde masum ve önemsizmiş gibi sunuluyor. Hatta bir dereceye kadar teknik ve bilimsel ve garip bir şeklide legal gibi kulağa geliyor. Nitekim collateral damage  ifadesini okuduğumuz her yerde, bunun "legal" bir hareketin sonucu olduğu ısrarla vurgulanıyor. Bir başka deyişle, bu terim, masum sivillerin, bombardıman ile  katledilmesinin ve bundan dolayı hiç kimsenin sorumlu tutulmamasının makul gibi görünmesine yol açıyor. Her gün daha fazla kişi katlediliyor. Bu noktada şunu sormamız lazım: bu terimi ortaya çıkaran ve sistemli bir şekilde kullanılmasını sağlayan insanlar, kendi eşlerinin veya çocuklarının vefatlarını da bu terimle mi ifade ederdi?


Irak Ölü Sayısı projesi ismli bir çalışmada  yapılan araştırmalara göre, Mart 2003 ile Mart 2017 tarihleri arasında sadece Irak'ta, atılan bombalar ve dron saldırıları sonucunda yaşamını yitiren sivil sayısı 192.730. Bu çalışmanın 2003 ile 2013 tarihleri arasındaki verileri ise ürkütücü sonuçlar ortaya çıkarıyor. Bu tarihler arasında Irak'ta gerçekleşen kayıpların sayısı 174.000’dir. Bunların sadece 39.900'ünü savaşanlar oluşturuyor. Dolayısıyla ortaya çıkan manzaraya göre sivil kayıpların oranı %77.


Suriye'de ise Mart 2011'de başlayan iç savaş sonucunda Suriye Siyaset Araştırma Merkezi’nin araştırmasına göre toplam 470.000 kişi yaşamını yitirdi. Suriyeli Şehitler grubunun verilerine göre bu sayının 151.888'ini siviller oluşturuyor. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin Mart 2017'de yayınladığı rapora göre, çatışmalar sırasında can veren çocukların sayısı 17.411; kadınlar ise 10.847.


Elbette çatışma bölgeleri Irak ve Suriye ile sınırlı değil. Pakistan, Afganistan, Yemen, Libya, Somali, Rohinya ve dünyanın daha pek çok bölgesi sivil kayıpların yaşandığı korkunç manzaralarla yüz yüze. Katledilen binlerce masum insan, araştırma kurumlarının verilerinde sadece bir rakam.
Mart 2017’de Musul'daki operasyonlar, sivil kayıpların 200'ü aşması sonucunda durduruldu. Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak'taki en yetkili generalinin "Musul'daki sivil kayıplardan muhtemelen biz sorumluyuz" açıklaması da tabi ki üzerinde düşünülmesi gereken bir itiraf. Görünen o ki, terminolojide değil, sistemin kendisinde sorun var.


George Orwell, 1946'da yazdığı bir makalesinde, "politik konuşmaların, genellikle savunulmaz şeyleri savunmak" amacını taşıdığını belirtmiştir ve "bu nedenle politik dilin genellikle örtmeceler ve alabildiğine muğlaklık içermesi gerektiğini ve politik konuşmalarda iddiaların da gerçekmiş gibi ifade edilmesi gerektiğini" söylemiştir. Orwell'in burada yaptığı sadece bir tanımlama değil. Bu üslup, son yıllarda gerçekleşen ölümleri "haklı çıkartmak" için kullanılıyor. Collateral damage yani ikincil zarar terimi, ilk defa George W. Bush tarafından kullanılmıştır. O günden beri  ölen siviller, bazıları için savaştan "doğal olarak" zarar gören istatistiklerdir.


Bizim için ise öyle değil!


Collateral damage listesine giren her bir kişinin bir ailesi, sevdikleri, planları ve bir yaşamı vardı. Onların yaşama hakkını hiçbir gerekçe ile hiç kimsenin ellerinden alma yetkisi yok. Bu durumu, savaşların ikincil zararı diyerek basitleştirmeye çalışmanın, bundan sorumlu olanların içini ne kadar rahatlattığı şüpheli. Eğer rahatlatıyorsa da, bu insanların vicdanlarında büyük sorunlar var demektir.


Savaş, hiçbir şartta insanlığın değerleri ile uyuşan bir kavram değildir. Bazı diyalektik materyalistlerin iddialarının aksine, gerekli veya ilerletici de değildir. Savaş sadece yıkımdır; insanlığı, vicdanı, güzelliği, sevgiyi, yaşama sevincini öldürür. Yoksulluk, kıtlık, korku, endişe, felaket getirir. Kin ve nefret insanları meydana getirir. İnsan ruhu, savaşa uygun yaratılmamıştır.


Dolayısıyla savaşın korkunç etkilerini hafifletecek terminoloji uydurmaktan ziyade, savaşın mantıksız ve haksız bir kavram olduğuna inanmak gerekir. İnsanları değiştirmek ve şiddeti durdurmak için mantıklı ve kesinlikle bombalardan daha etkili yollar vardır. Her kim olursa olsun insan beyni, doğrulara direnemeyecek şekilde yaratılmıştır. Bunun için doğruları ona bilimsel olarak göstermek yeterlidir. Ülkeler eğer gerçekten barış istiyorlarsa, barış, işte bu aşamada başlar.