Mülteci Zulmü

MÜLTECİ ZULMÜ

Kim eşini, çoluğunu çocuğunu yaşlı anne babasını yanına alıp, ardında evini, eşyalarını, işini, okulunu, akrabalarını, komşularını, doğuduğu büyüdüğü yurdunu kısacası tüm geçmişini ve hayallerini bırakıp sadece bir sırt çantasıyla hatta bazen o da olmadan bir daha hiç geri dönmemek üzere, hiç bilmediği coğrafyalara mecburen göç etmek zorunda kalmayı ister ki. 

....

28 Ağustos 2015 günü dünya vicdanları sızlatan bir insanlık dramına gözlerini açtı. 59 erkek, 8 kadın ve içlerinde bir yaşında küçük bir kız çocuğunun da bulunduğu 4’ü çocuk toplam 71 Suriyeli mülteci Avusturya otoyolu üzerinde terk edilmiş bir kamyonun içerisinde ölü olarak bulundu.

Tüm çektikleri acılar tavuk nakliyatı için kullanılan soğutuculu bir kamyonda can vermekle sonlandı.

Bu mülteci dramlarıyla ilgili aldığımız ilk haber değildi ve son da olmayacaktı. Ardından Bodrum'dan Yunanistan'a geçmek isteyen göçmenleri taşıyan iki botun battığı; içlerinde küçük Aylan’nın ve ağbisinin de bulunduğu 11 kişinin hayatını kaybettiği haberini duyduk. Aylan’ın kıyıya vurmuş minik bedeni yüreklerimizi acıttı. Aslında Aylan Suriye’liler için çok tanıdık bir görüntüydü. Savaşın içindeki bir Suriyeliye “Aylan’ın resmi seni nasıl etkiledi?” diye sorulduğunda: “2015 yılına kadar Suriye’de kalmış bir Suriyeli olarak bu fotoğraf benim için yeni bir şey değil. Halep’te vücut parçaları ağaçlara asılı kalmış bebekler gördüm. Gözyaşlarımızı Aylan’dan çok önce tükettik.” diye cevap verdi.

Aylan’ın babası Abdullah Kurdi  savaşın en kızıştığı zamanda, Şam’da Esad güçlerinin denetimindeki bir hapishanede 5 ay işkence görmüştü. Oradan çıkabilmek için dükkanını satıp görevlilere 25.000 dolar rüşvet vermek zorunda kalmıştı. Oradan Halep’e, Halep’te durum kötüleşince Kobani’ye, Kobani’de kötüleşince ise Türkiye’ye kaçmıştı. Avrupa’ya ulaşmak adına Yunanistan’a geçiş için insan kaçakçılarına 6000 dolar vermişti Kurdi. Bu maceranın, eşinin ve çocuklarının ölümüne mal olacağından habersiz.

Aylan’dan sonra Macaristan’dan gelen bir haber tekrar vicdanlarımızı sızlatırken aynı zamanda tüm bu olanlara karşı duyarsız kalanlara öfkemizi de daha arttırdı. Macaristan’da kucağında çocuğuyla Macar polisinin zulmünden kaçarken bir gazeteci tarafından ayağına çelme takılan ve çocuğuyla birlikte yere düşen bir baba Osama Abdul Mohsen ve oğlu Zaid Müslümanları ayağa kaldırdı.

Şu an başta Suriye olmak üzere, Irak, Afganistan, Filistin, Mynmar, Libya, somali, Sudan, Yemen, Orta Afrika Cumhuriyeti gibi çok sayıda ülkeden göç etmek zorunda kalan binlerce Müslüman var.

Bu insanlar ülkelerinde kalıp, her gün ölüm korkusu içinde yaşamaktansa ölümü göze alıp yola çıkmayı tercih ediyorlar. Ölümü göze alarak küçücük şişme botlarla onlarca kişi kendilerini açık denizlere bırakıyorlar. Ölümü göze alarak tırların soğutucularında yada trenlerin kapılarından sarkarak yolculuk ediyorlar. Ölümü göze alarak dikenli tellerin altını kazarak çoluk çocuk komşu ülkelere kaçmaya çalışıyorlar.

İzmir’den bindiği şişme bot su almaya başlayınca Yunan sahil botları onları bulana kadar 3 saat boyunca Yunan adalarına yüzmaye çabalayan Alaa Houd yaşadıklarından dolayı hiç ölüm korkusu duymadığını anlatıyor. "Fazla korku hissetmedim. Çünkü hayatımın son üç yılında Suriye'de her gün ölümle karşı karşıyaydım. Orada gördüklerimizle karşılaştırdığınız da denizde yüzmek hiçbir şey değil. Suriye'de insanlar yolda yürüyor ve gökten üzerlerine bomba yağıyor”

Yüksek ihtimalle öleceklerini bilerek yaptıkları bu yolculuklar sonucunda ulaştıkları yerlerde onları nasıl hayatların beklediği de belli değil. Belki de eski refah ve huzurlarını bir daha asla bulamayacaklar.

...

1993-2014 arasında sadece Avrupa yolunda hayatını kaybeden göçmen sayısı 29 bin 917.

Arap Baharı’nın başladığı 2011 yılında yine sadece Akdeniz’de hayatlarını kaybeden göçmenlerin sayısı 1.500 ila 1.900 arasında iken 2014 yılında bu sayı 3.500’ü buldu. 2015 yılında Nisan ayı itibarıyla bu sayı 1500’e ulaşmış durumda.

Bu konuyla ilgili hazırlana raporlarda bu ölüm vakalarının gerçekte daha fazla olduğu, göçmenlerin yolculuk yaptıkları teknelerde kayıt tutulmadığı için gerçek ölü sayısının asla bilinemeyeceği vurgulanıyor. Kimlik tespiti yapılabilen göçmenlerin dışında binlerce kayıp yolcu bulunuyor. Bu kişilerin Avrupa kıyılarına ulaşmasının çok düşük bir ihtimal olduğu göz önünde bulundurulduğunda kayıp olarak bilinen 20 binden fazla kişinin de ölmüş olabileceği düşünülüyor.

Diğer taraftan, bazı hükümetlerin uygulamaları kelimenin tam anlamıyla “insanlık dışı”: Macar polisi, engelleri aşarak Avrupa Birliği ülkelerine girmeye çalışan mültecileri  göz yaşartıcı bombalarla kontrol altına almaya çalıştı. Yunanistan’ın Kos Adası’nda polis göçmenlere yangın söndürme aletleri ile saldırarak copladı. 2500 kadar göçmen, 24 saat boyunca herhangi bir yiyecek ve su verilmeden –veya çok az verilerek- bir stadyum içerisinde kilitli tutuldu. Çevik kuvvet ekipleri, yine bu stadyum içerisindeki göçmenlik belgelerini almak için bekleyen çocuklu annelere ve yaşlı insanlara karşı ses bombası kullandı. Uluslararası İnsani Yardım Kuruluşu Sınır Tanımayan Doktorlar [Médecins Sans Frontières] göçmenlerin büyük çoğunluğunun temel hijyen ihtiyaçlarının karşılanmadığını ve polis tarafından istismara maruz kaldıklarını doğruladı.

 

ŞİMDİ SORUYORUZ?

DECCAL DAHA ÇIKMADI DİYENLER, MÜSLÜMANLARIN RAHAT VE HUZUR İÇİNDE YAŞADIĞINI SÖYLEYENLER, ZOR VE SIKINTILI GÜNLERİN DAHA ÇOK UZAKTA OLDUĞUNU DÜŞÜNENLER,

HZ. MEHDİ (A.S)’IN ZUHURUNU YILLAR SONRASINA ERTELEYENLER...

Dünyadaki her insan gibi onurlu ve güvenlik içinde yaşamayı hak ederken, varlarını yoklarını bırakarak başka ülkelere gitmek zorunda kalan o anneler, babalar, dedeler, bebekler için ne diyecekler?

EĞER DECCAL ÇIKMADIYSA TÜM DÜNYADA MÜSLÜMANLARA BU ZULMÜ KİM KİM YAPIYOR?

O GÜNLERİN YAKIN OLMASI İÇİN DAHA NE OLMASI GEREKİYOR?

Deccal çıktı ve faaliyette.

Ortadoğu başta olmak üzere Kafkasya ve Orta Asya ülkelerinde yaşanan savaşlar ve yönetimlerin uyguladığı yaygın insan hakları ihlalleri bu zavallı insanlara ölümleri pahasına böylesine tehlikeli yolculuktan başka bir seçenek bırakmazken, Filistin’de, Suriye’de, Afganistan’da, Bosna-Hersek’te, Cezayir’de, Tunus’ta, Eritre’de, Mısır’da, Keşmir’de, Doğu Türkistan’da, Çeçenistan’da, Tayland’da, Filipinler’de, Burma’da, Sudan’da dünya Müslümanları ezilmeye, baskı altına alınmaya ve yok edilmeye çalışılıyor.

Kısacası Müslüman alemi kan ağlıyor.

Henüz kendisine bir sıkıntı veya felaket isabet etmediği için Müslüman bir kardeşinin başına gelenleri görmezden gelenler de unutmamalıdırlar ki, yarın aynı felaketler kendi başlarına da gelebilir. Zira bundan 10-20 yıl öncesine kadar, Suriye, Irak gibi ülkelerin en azından bugün yaşadıkları problemlerden çok uzak bir hayat sürmeleri, ancak şimdi kargaşa, iç savaş ve bölünmenin eşiğinde bulunmaları buna bir örnektir.

Bu durum karşısında Allah’ın insanlara gösterdiği tek çözüm var. Mehdiyet ve İttihad-ı İslam.