Kut’ül-Amare Zaferi

1. Dünya Savaşı yılları...

Kadim Mezopotamya toprakları...

Korkusuz Türk askerleri Dicle’nin kıyısındaki Kut bölgesinde dönemin en güçlü ordularından biri olan İngiliz ordusuna karşı amansız bir mücadele verdi. Yabancı işgal güçleri tarafından vatan toprakları saldırıya uğrayan Türkler Allah’ın onlara verdiği iman gücüyle bu topraklarda bir destan yazdı.

I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı devleti dört bir yandan abluka altındaydı. İmparatorluk günden güne parçalanıyor, topraklarımız elimizden alınıyordu. Bu amansız saldırıya direnen Türkler dört bir cephede vatan savunması yapıyordu. Vatan toprağını korumayı ve bağımsızlığı namus bilen Osmanlının yiğit evlatları, dünyanın en güçlü ordularından birine sahip olan İngilizleri Çanakkale’den geçirmediler. Batı Anadolu’da hüsrana uğrayan İngilizlerin hedefi bu kez Bağdat’tı. Peki İngilizler Bağdat’ı neden bu kadar önemli görüyordu?ara

İngilizler Bağdat’ı istiyordu çünkü zengin petrol yatakları bu topraklardaydı. Ayrıca İngilizler Basra Körfezi'ni ele geçirdikleri takdirde denizlere de tam hakimiyet sağlayacak ve o dönem sömürgeleri olan Hindistan ile direkt bağlantı sağlanabilecekti. Ve tabi İngilizlerin bölgedeki Arap aşiretlerine hükmetmesi de Osmanlı'ya karşı net üstünlük anlamına geliyordu. Bu da bölgenin tamamıyla kontrol altına alınması demekti.

İngiliz ordusu 22 Kasım 1914'te Basra'yı işgal ederek Irak cephesini açtı. General Townshend komutasındaki İngiliz birlikleri 24 Temmuz 1915 günü Bağdat’a doğru ilerlemeye başladı. Bu ilerleyiş karşısında Irak Umum Kumandanı Nurettin Bey komutasındaki birlikler 28 Eylül 1915 tarihinde Bağdat'a yaklaşık 30 km mesafede bulunan Selman-ı Pak bölgesine taktiksel olarak çekildi. İngilizler, 6 ay sonra yaşanacaklardan habersiz, 29 Eylül 1915'te zafer edasıyla Kut şehrini ele geçirdiler. Ancak bu işgal dönemin İngiliz ordusu için bir felaketin başlangıcı olacaktı.

Osmanlı askerlerinin taktiksel olarak boşalttığı Kut’ül-Amare’yi üs olarak kullanan İngiliz ordusunu zor günler bekliyordu. Karşı saldırıya geçen Osmanlı birlikleri 5 Aralık günü Kut’ül-Amare önlerine geldi. Aralık ayı boyunca Kut’ül Amare’de sıkıştırılan İngiliz birlikleri şiddetli çarpışmalar sonrasında 27 Aralık’ta kuşatılarak çember içine alındı. Bu sıkı kuşatmanın yarılması için İngiliz birliklerine zaman zaman yardım desteği gönderiliyordu. Ancak nehirden yapılan cephane ve yiyecek yardımı yeterli olmuyordu. İngiliz ordusu şehirde sıkışıp kalmış, İngiliz birlikleri Kut’ül Amare’de büyük kayıplar veriyordu.

Kütul Amare’de Türk ordusu tarafından kuşatılan İngiliz birlikleri için kaçınılmaz son yaklaşıyordu. Kuşatma biraz daha devam ederse perişan durumda olan İngiliz ordusu tümüyle yok olabilirdi. Bu aşamada, İngiliz derin devletinin karanlık işlerinde kullandığı sonradan Arabistanlı Lawrence olarak ünlenen ajan Thomas Edward Lawrence son çare olarak bölgeye gönderildi.

ARABİSTANLI LAWRENCE, KUTUL AMARE’DE

Nisan 1916’da Kutü’l-Amare’de Osmanlı birlikleri tarafından kuşatma altına alınan General Townshend komutasındaki 13 bin kişilik İngiliz birliğini kurtarma operasyonu için ajan Lawrence, İngiliz Savaş Bakanlığı’nca gizli görevle Irak’a gönderilmişti. Lawrence, Albay Beach ve Türkçe’yi iyi konuşan bir başka ingiliz ajanı Aubrey Herbert ile birlikte, Türk Generali Halil Paşa'ya, kuşatılmış olan İngiliz garnizonunu serbest bırakması için önce bir milyon Sterlin, kabul etmezse iki milyon Sterlin rüşvet teklifiyle gönderilmişti. Halil Paşa bu İngiliz önerisini büyük bir öfkeyle reddetti.

İngiliz derin devletinin Kut’ül Amare kuşatmasını kaldırabilmek amacıyla Halil Paşa’ya rüşvet teklifi için özellikle ajan Lawrence’ı seçmesinin önemli etkenlerden biri onun Türklere duyduğu nefretti. İngiliz ajan Lawrence, 5 Nisan 1913'de Oxford'dan Bayan Reider'a gönderdiği mektubunda Türklere karşı olan düşmanlığını şöyle ifade ediyordu.

(Aziz Türk Milleti’ni tenzih ederiz)

...Türkiye'ye gelince, Türkler aşağı! Ama korkarım ki onlarda hayat değil, yapışkanlık var. Onların kayboluşu, bir zamanlar iyi yönetim yetenekleri olan Araplar için bir fırsat oluşturacak. i]

İngiliz gizli servisi ajanı Lawrence, Türk düşmanlığı da dahil olmak üzere İngiliz derin devleti mensuplarının klasik tüm özelliklerini taşıyordu. Lawrence’ın özgeçmişini kaleme alan David Garnett onu, “kendini beğenmiş, eza çekme ve zulme uğrama kompleksine sahip bir kişilik"[ii] olarak tarif ederken bir başka yazar Richard Aldington’a göre Lawrence, “yapmacık ve övünmekten hoşlanan biri, kendi kendine önem vermiş bir egoist, hatta homoseksüel”di.[iii]

KUTUL AMARE’DE İNGİLİZ BİRLİKLERİ TESLİM OLDU

Kut’ül Amare kuşatmasını sona erdirebilmek için rüşvet dahil her yolu deneyen İngiliz derin devletinin tüm çabaları sonuçsuz kalır ve 6 ay süren kuşatmanın sonunda İngiliz ordusu, 29 Nisan günü Türk ordusuna teslim olur. Başta Tümen Komutanı General Townshend olmak üzere toplam 13 general, 481 subay ve 13.300 asker Türk ordusu tarafından esir alınır. Bu yenilgi Avrupa’da şok etkisi oluşturmuştu. Gazeteler “İngilizlerin Çanakkale’den sonraki en büyük hezimeti” değerlendirmesi yapıyorlardı. Bu, İngiliz tarihinde tek bir kuşatmada bu kadar çok sayıda askerin esir düştüğü tek savaştı. İngiliz tarihçisi James Morris, Kut'un kaybını "Britanya askeri tarihindeki en aşağılık şartlı teslim" olarak tanımlar.

1. Dünya Savaşı sırasında Çanakkale’den sonra gelen, Türklerin bu ikinci zaferi ülkenin dört bir yanında, bedenlerini düşmana siper edip vatan topraklarını savunan askerlerimiz için büyük bir moral oldu. Bu öyle iyi bir haberdi ki Osmanlı lirasının piyasadaki değeri bile artmıştı.

İNGİLİZ DERİN DEVLETİNİN MÜSLÜMANI MÜSLÜMANA KIRDIRMA TAKTİĞİ

İngilizler, Çanakkale’de olduğu gibi Kut kuşatmasında da kendi sömürge toprakları olan Hindistan’dan askerler getirmişlerdi. Bu askerlerin büyük bölümü Müslüman’dı ve din kardeşleri olan Müslüman Türklere karşı savaşmak istemiyorlardı. Nisan 1915’te Hint alaylarından birine ait 3 Trans Border Pahtan Bölüğündeki askerler Türklere karşı savaşmak istemediklerini açıkça söylemişlerdi. Kut kuşatmasının hemen öncesinde 17–19 Temmuz 1915 tarihinde 5 Müslüman Hintli er, silahlarıyla kaçarak Türklere iltica etmişti. Bu Hintli askerler sorgulanınca İngiliz ordusunda görevli çok sayıda Hintli Müslüman askerin de Türklere iltica etmek istedikleri öğrenilmişti.

Osman Bey Tepesi hücumunda yaşananlar da Hint askerlerinin İngilizler tarafından zorla Türklere karşı kullanıldığını göstermişti. Hücum sırasında Türk tarafına geçmek isteyen Hint askerlerine,  İngiliz askerleri arkadan ateş etmişti.[1] Kuşatma boyunca 147 Hintli Müslüman asker Türk bölgesine sığındı, bir o kadar da başarısız sığınma girişimi yaşanmıştı. Türklerin tarafına geçemeyenler de savaşmamak için sağ ellerinin işaret parmaklarını yaralıyorlardı. Daha kuşatmanın başında 500 Müslüman Hint askerinin hasta olmadığı halde hasta olduğunu iddia ederek Müslüman Türklere karşı savaştan geri durması General Towshend’ı çileden çıkarmıştı. Buna bir çözüm bulunmalıydı yoksa İngiltere büyük bir kayıp verecekti.

Büyük Britanya ordusunda görev yapan İngiliz askerlere göre daha az maaş alan ve daha az yemek verilen Hint Müslüman askerlerini, Türklere karşı savaşa ikna edebilmek için bir kez daha İngiliz ajanları devreye girdi. Kadın ajanlardan Gertrude Bell, ajan Aubrey Herbert ve başta Arabistanlı Lawrence olmak üzere İngiliz derin devletinin pek çok elemanı on binlerce Hintli Müslümanı İngiliz ordusu tarafında Türklere karşı savaştırabilmek için bölgedeydi. İngilizler Çanakkale’de olduğu gibi zorlu savaş koşullarında kendi askerlerini riske atmayıp silah zoruyla ordularına kattıkları, olanlardan habersiz Müslüman Hintlileri kullandılar. Hintli askerleri psikolojik olarak ikna etmek için savaş alanlarının isimlerini bile değiştirdiler.

İngiliz birlikleri Aziziye’de Selmanıpak’a ilerleme hazırlıkları yapıyordu. Burası Peygamberimiz (sav)’in yanında savaşlara katılan sahabe Selman-ı Farisi’nin türbesinin bulunduğu yerdi. Eğer Hintli Müslüman askerler bunu öğrenirlerse Türklere karşı savaşmayı bırakabilirlerdi. Bunu önlemek için General Towshend buranın ismini, eski çağlarda kullanılan adıyla Ctesiphon olarak değiştirdi. Her türlü hileye başvurarak Hindistan’dan zorla savaşmaya getirdiği Hintli Müslümanları, Kut'ül-Amare'de Müslüman Türk kardeşlerinin üzerine saldırtan İngiliz derin devleti, 23 bin Hintli Müslümanın zorlu savaş koşullarında ölümüne sebep oldu.

OSMANLI ÜMMET RUHU

İngiliz derin devleti, Osmanlı’yı içten çökertmek amacıyla Balkanlar’da, Arap Yarımadası’nda, Hindistan’da Osmanlı tebaasını merkezi yönetime karşı kışkırtma politikaları izliyordu. Bu sayede, Osmanlı’nın parçalanmasını İngiliz askerlerini riske atmadan hızlı ve pratik yollardan halledebilecekti. Geniş bir coğrafyaya yayılan Osmanlı topraklarında İngiliz derin devletinin elemanları radikal milliyetçilik propagandasını tebaalara yayarak bölgesel isyan ve ayrılıkları körüklediler. Bu propagandada en büyük hedef, Halife'nin "Cihad-ı Ekber" yani “Büyük Savaş” ilanını etkisiz kılmaktı. Eğer Hintliler ve Araplar Osmanlı bayrağı altında birleşip savaşacak olursa bu dönemin İngilteresinin sonu olurdu. Bunu önlemek için, derin devlet elemanlarını Osmanlı coğrafyasına yayıp fitne tohumlarının çoktan yeşermesini sağlamıştı. Arabistanlı Lawrence adıyla tanınan ajan Lawrence ve kadın ajan Gertrude Bell başta olmak üzere İngiliz derin devletinin Ortadoğu’da görevlendirdiği yüzlerce ajan, Bağdat, Kahire arasındaki Arap bölgesinde faaliyet yapıyordu. İngilizlerin, Osmanlıya karşı Arapları ayaklandırma girişimlerine Kürt ve Arap aşiretler karşı koydular. Kut’ül Amare’de kazanılan zaferde, Osmanlı ile hareket eden Kürt aşiretlerin, bir kısım Arap aşiretlerin hatta Şii Arap aşiretlerin rolü büyük oldu. Mekke emiri Şerif Hüseyin emrindeki Araplar dışında 1. Dünya Savaşı boyunca meskun yerlerde Türklere isyan eden Arap olmamıştı. Araplar ve Kürtler, Çanakkale’de, Aydın’da Türk kardeşleriyle omuz omuza çarpışıp şehit oldular. [iv]

KUT’UL AMARE’NİN FATİHİ HALİL PAŞA’NIN ZAFER MEKTUBU

Yüzyıllarca Osmanlı’ya bağlı olarak Halife’nin himayesinde huzur ve güven içerisinde yaşayan Araplar, Kürtler, Hintliler, Balkan Müslümanları 1. Dünya Savaşı’nda İslam topraklarını düşman işgalinden kardeşlik ruhuyla hareket ederek korumaya çalıştı. Bu uğurda Arap, Kürt, Şii, Sünni, Arnavut, Çerkez her ırktan, her etnik gruptan on binlerce Müslüman şehit oldu ama düşmana boyun eğmedi. Kut’ül Amare’de dönemin en güçlü ordularından biri olan İngiliz ordusuna karşı kazanılan zafer de bu kardeşlik ve birlik ruhunun feveran ettiği anlardan biriydi.  Bu zaferin büyük kumandanı Halil Paşa’nın 29 Nisan 1916 tarihli emri, o gün canlarını Allah için, İslam için, vatan için, bayrak için feda eden Müslüman evlatlarının asil ruh halini şu muhteşem sözlerle anlatıyor.

Orduma;

Arslanlar!

1- Bugün Türklere şeref'ü şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın müşemmes semasında (güneşli gökyüzünde) şühedamızın (şehitlerimizin) ruhları şad'ü handan (sevinçle) pervaz ederken (süzülürken), ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum.

2- Bize iki yüz seneden beri tarihimizde okunmayan bir vakayı kaydettiren Cenab-ı Allah'a hamd-ü şükür eylerim. Allah'ın azametine bakınız ki, bin beş yüz senelik İngiliz Devleti'nin tarihine bu vakayı ilk defa yazdıran Türk süngüsü oldu. İki senedir devam eden Cihan Harbi böyle parlak bir vaka daha göstermemiştir.

3- Ordum gerek Kut karşısında ve gerekse Kut'u kurtarmaya gelen ordular karşısında 350 subay ve 10.000 neferini şehit vermiştir. Fakat buna mukabil bugün Kut'da 13 general, 481 subay ve 13.300 er teslim alıyorum. Bu teslim aldığımız orduyu kurtarmaya gelen İngiliz kuvvetleri de 30.000 zayiat vererek geri dönmüşlerdir.

4- Şu iki farka bakınca cihanı hayretlere düşürecek kadar büyük bir fark görülür. Tarih bu vakayı yazmak için kelime bulmakta müşkülata uğrayacaktır (zorlanacaktır).

5- İşte Türk sebatının (sabrının) İngiliz inadını kırdığı birinci vakayı Çanakkale'de, ikinci vakayı burada görüyoruz.

6- Yalnız süngü ve göğsümüzle kazandığımız bu zafer yeni tekemmül eden (olgunlaşan) vaziyet-i harbiyemiz karşısında muvaffakiyeti atiyemizin (gelecekteki başarımızın) parlak bir başlangıcıdır.

7- Bugüne Kut Bayramı namını veriyorum. Ordumun her ferdi, her sene bu günü tesit ederken (kutlarken) şehitlerimize Yasinler, Tebarekeler, Fatihalar okusunlar. Şühedamız, (şehitlerimiz) hayatı ulyatta, semavatta (gökyüzünde) kızıl kanlarla pervaz ederken (süzülerken), gazilerimiz de atideki (gelecekteki) zaferlerimizle nigehban olsunlar.

Mirliva Halil

Altıncı Ordu Komutanı

29/Nisan/1916- Bağdat

Unutturulmak istenen 29 Nisan Kut Bayramı

29 Nisan Kut Bayramı. Bu belki sadece dedelerimizin hatırladığı hatta onlara da unutturulmaya çalışılan bir bayram. Oysa Kut’ül Amare’nin büyük kumandanı Halil Paşa zafer konuşmasında ne demişti? “Bugüne Kut Bayramı namını veriyorum. Ordumun her ferdi, her sene bu günü tesit ederken (kutlarken) şehitlerimize Yasinler, Tebarekeler, Fatihalar okusunlar.” Evet, Paşamızın bu emri Türkiye’nin NATO´ya üye olduğu 1952 yılına kadar Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından yerine getiriliyor, 29 Nisan “Kut Bayramı” olarak kutlanıyordu. Ancak Kut'ül Amare Zaferi'nin sürekli hatırlanması İngiliz derin devletinin hoşuna gitmemiş olacak ki, Türkiye’nin NATO üyeliğinin hemen ardından, İngilizlerin isteğiyle, bu şanlı zaferimiz hem milli eğitim müfredatından çıkarıldı hem de her yıl ülke çapında yapılan kutlamalar durduruldu. Amaç yeni nesillerin bu zaferi bilmemesi, eskilerin de unutmasıydı. Ancak İngiliz derin devletinin bu oyunu da bitti ve artık Kut’ül Amare Zaferi her yıl 29 Nisan’da büyük kutlamalarla, Kuran kıraatleriyle coşkuyla anılıyor.

Tarihi belgeler bize İngiliz derin devletinin, tarihin her döneminde entrika ve hilelere başvurarak halkları kandırıp, kapsamlı savaşlar çıkarmaktan geri kalmadığı gösteriyor. O dönemde, çeşitli milletlere mensup 9 milyon ölü, 30 milyon kayıp, sakat ve yaralı insanı geride perişan bırakan İngiliz derin devletinin zihniyeti bugün de devam ediyor. 1. ve 2. Dünya Savaşlarında çeşitli oyunlarla barıştan yana olan ABD’yi oyuna getirerek dünyayı savaşa sürükleyen de bugün Ortadoğu’yu kana bulayan da yine İngiliz derin devletinin entrikalarıdır. “Kimyasal silah var” diyerek ABD’yi Bağdat’a işgale ikna eden İngiliz derin devletidir. O günden bugüne Ortadoğu’da akan kan bitmedi. Saldırının, patlamanın yaşanmadığı, bir masum çocuğun şehit olmadan güneşin battığı tek bir gün neredeyse olmadı. İngiliz derin devleti “üzerinde güneş batmayan imparatorluk” ideali için Ortadoğu’yu dev bir karanlığa, felakete sürükledi. Sözde Arapları korumak, onları özgürleştirmek, barış ve demokrasiyle tanıştırmak adına milyonlarca masum Müslümanı, başlarına bombalar yağdırarak şehit eden, on milyonlarcasını da dul, yetim, öksüz, mülteci, hasta, sakat ve yaralı hale getiren “üst-akıl” İngiliz derin devletidir.

 

 
[1] Vahdet Keleşyılmaz, Teşkilâtı Mahsûsa’nın Hindistan Misyonu (1914–1918), Atatürk Araştırma 
Merkezi, Ankara 1999, s.137-138. 


[i] David Gamet (cd.), The Letters of T. E. Lawrence of Arabia, Londra 1964, s. 15a.

[ii] David Gamet (cd.), The Letters of T. E. Lawrence of Arabia, Londra 1964, ss. 351-3

[iii] Richard Aldington, Lawrence of Arabia: A Biographical Inquiry, Londra 1969.

[iv] Feridun Kandemir, Medine Müdafaası, İstanbul, 2007.