Sayın Adnan Oktar'ın 30 Aralık 2017 tarihli sohbetinden önemli başlıklar

A9 TV, 30 Aralık 2017

 

(“İnsan Allah’a verdiği sözü nasıl unutur?” izleyici sorusu)

Zer aleminde zemin beyaz, insanların kıyafeti beyaz, insanların yüzleri ürkütücü bir görünümde değil ama beyaz. Güzel bir beyazlık şeklinde beyaz. Şimdi Allah bir genç güzel, yakışıklı delikanlı şeklinde zuhur ediyor cennette olduğu gibi “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diyor “Ben sizin Rabbiniz miyim?” diyor “evet-bele” diyorlar “elestübiküm Rabbiküm” “bele-evet” diyorlar. İkinci bir ihtimal zaten olmaz. Diyemez adam belli her yerden anlaşılıyor. Çünkü Allah gücünü gösteriyor açık alenen yani aklın ihtiyarı kalkmış. Peygamberler peygamber olarak biliniyor açıkça. Hz. İbrahim (as), Hz. İshak (as), Hz. Musa (as) hepsi oradalar, ümmet insanlar da orada. Onu Allah kasten yapıyor onlara hatırlatmak için. Sonra dünyaya getirdiğinde tabii hafıza gittiği için tam anlamıyla unutturuluyor. Aslında beyninde var işin doğrusu hafızasında var ama hatırlayamıyor mesela o çok acayip. Bilgi olarak var. Ama ahirette hatırlıyor. Allah ona zaten onu delil olarak gösteriyor, bayağı rahat. Ama burada imtihan ortamı olduğu için, özel dertler belalar hastalıklar şu bu olduğu için devreye giren imtihan sistemi onun caymasına neden oluyor. Aynı sistem burada olsa zaten hiçbir sorun çıkmaz aynı şeyi yapar. Dolayısıyla caymanın nedeni imtihanın şartlarıdır ve aklının zayıflığıdır. Ve kendi kendine de şahit olmuş oluyor.

 

Sevginin Temel Noktası Şuur Açıklığı ve Samimiyettir. İnsanın Adi, Basit Komplekslerle Boğuşmamısı Lazım. Beynin Temizliğini, Keskinliğini Çok İyi Muhafaza Etmesi Lazım

Dünyadaki hayatta, sonsuz hayattaki tek amaçtır sevgi. Allah’ın tek istediği şey başka hiçbir şey yok. Cennetin amacı sevgi, cehennemin amacı sevgi, Allah korkusunun amacı sevgi, sabır sadakat, yapılan cihadın amacı sevgi. Hz. Muhammed (sav)’in gelmesinin amacı sevgi. Hz. İbrahim (as), Hz. İshak (as), Hz. Yakup (as) hepsi sevgi için gelmişler. Başka hiçbir amaç yok. Şu an deccaliyetin azmasının nedeni yine sevgi. Çünkü zulmü gösteriyor ki Allah, sevginin kıymeti bilinsin. Hepsinin amacı sevgi olmuş oluyor. Şuurun mutlaka açık olması lazım. Ve çok samimi olmak gerekiyor, alabildiğine samimi olmak gerekiyor. Adi basit komplekslerle insanın boğuşmaması lazım. Basit hiçbir şeye tenezzül etmemesi gerekir, uğraşmaması lazım. Beynin saflığını, temizliğini çok iyi muhafaza etmesi gerekiyor keskinliğini. Bir kere en başta bakar bakmaz Allah’ın varlığı hemen ortaya çıkıyor, görülüyor anlaşılıyor. Bu bir kere müthiş bir güvencedir çok büyük bir rahatlık. Allah’ın var olması müthiş bir sevinç vesilesi ve rahatlık. Sonsuz akla sahip bir varlığın kontrolündesin. Ve O seni seviyor ve sen ne istiyorsan da yapıyor. Muazzam bir olay yani çok şahane. Bir kere Allah’ın gücü senin için olmuş oluyor, Allah’ın bütün gücü senin için olmuş oluyor, çok büyük bir nimet. En başta sevginin doğrudan Allah’a yöneltilmesi önemlidir. Tamamının Allah’a yöneltilmesi önemlidir. Allah’a yönelttiğimizde Allah insan şeklinde karşımıza çıkıyor. Mesela bak, sizin benim karşıma çıkma nedeniniz Allah’ın benim O’na olan sevgimi ödüllendirmesidir. Yani benim sevgiyi Allah’a yöneltmemden dolayı Allah sizlerin şeklinde bana görünüyor şu an tecelli ediyor. Temiz ve bakımlı, güzel insanlar olarak tecelli ediyor. Ve size sevdiriyor Allah beni, beni size, sizi de bana sevdiriyor. Ama burada tabii dikkatin dağılmaması gerekiyor. Yani şirk mesela çok tehlikeli bir şey. Allah’ı unutup herhangi bir insan, cisim, çıkar, bir fikir akımı herhangi bir şeye kafanın gitmemesi gerekiyor. Dikkati sürekli Allah’ın üstünde tutmak lazım.

 

(“Hz. Süleyman (as) karıncaların dilini nasıl anlıyordu?” izleyici sorusu)

Karıncalar konuşuyor zaten kendi dilinde konuşuyorlar. Ama o anda cezbe halinde Hz. Süleyman (as) konuştuğunda. Etrafındaki insanlar duymaz onu. Yani vahiy boyutunda olduğu için duyuyor. Çünkü Allah karıncaya vahyeder, arıya vahyeder, canlılara vahyeder, vahyediyor Allah. Onlar da kendi aralarında konuşurlar, Allah’ın vahyini duyarlar. O, vahiy alma boyutuna geçtiği için duyuyor onları, vahiy alma boyutuna geçtiği için. Sık sık o hale gerdiği için. Biliyorsunuz vahiy alan bir peygamber. Birçok peygamberde vahiy alma özelliği vardır. Hz. İsa Mesih (as)’da da olacaktır onu da göreceksiniz vahiy alır. Mesela Hüdhüd’le konuşuyor, o da vahiy alma boyutunda konuşuyor Hüdhüd’le. Normalde olmaz öyle bir şey halk duymaz onu. Ama o boyutta konuşur görüşür. Mesela meleklerle görüşebilir. Eğer insan nur haline gelirse ki Peygamberimiz (sav)’de öyle oluyordu vahiy alacağı vakit nur haline geliyordu, Cebrail (as)’la rahat rahat görüşüyor. Görünüyor Cebrail (as) ona görüntü haline geliyor. Dağda da göründü mesela, ona sarılığında orada da nur haline gelmişti yani boyut değiştirmişti. Bütün ufka baktı böyle yüzlerce kilometrelik bir kanat bütün ufku kaplamış. Cebrail (as)’i gördü, baygınlık geçirdi acayip heyecanlandı. Yeniden ayılıyor bu sefer yaklaşmaya başlıyor ufukta ayette diyor ya “yaklaştı yaklaştı sonra sarktı” artık neredeyse yüz yüzeler. Sonra da sarılıyor hissetmesi için. “Oku” diyor “ben okuma bilmem” diyor. Bayağı kuvvetlice sıkıyor, yine “oku” diyor, ondan sonra ayet iniyor, ayetler inmeye başlıyor. Sonra biliyorsunuz koşarak o yüksek dağdan aşağı indi hanımının yanına, “beni örtün beni örtün” diye. Evde de baygınlık geçirdi çok şiddetli bir etkilenme gösterdi. Hz. Hatice (ra) annemiz üstünü örttü ama olayı anlattırdı, sonra müjdeledi onu. Peygamberimiz (sav) “ben peygamberim” demedi. Hz. Hatice (ra) peygamber olduğunu söyledi. “O gelen Cebrail (as), sana vahiy getirdi seni tebrik ediyorum” dedi. “Sen Allah’ın peygamberisin” dedi. Bak ilk kadın bunu söyleyen görüyor musunuz? Bak ilk iman eden kadın, vahyi ilk teşhis eden kadın, peygamberliği tasdik eden kadın, peygamberi yatıştıran kadın, üstünü örten kadın, şefkat gösteren kadın, ömrü boyunca onu destekleyen kadın, vefa ve sadakat gösteren kadın görüyor musunuz? Tabii. İşte kadının üstünlüğünü buradan anlayın. Allah onu bir nimet olarak, bir güzellik olarak yaratıyor. Peygamberimiz (sav)’i ikna etti, çok heyecanlandı Peygamberimiz (sav). Tam emin olamamıştı ilk başta, çünkü ne olduğunu anlayamadı o kadar çok sarsıldı. Sonra vahiy devam etti, bir ara kesildi, vahiy kesilince yine Peygamberimiz  (sav) çok tedirgin oldu, emin olamadı durumdan. Ama sonra “Rabbin seni terk etmedi” dedi Allah ayette. Ondan çok çekindi Allah’ı darılttığını, vahyin kesildiğini düşündü. İşte o da Allah’ın imtihanı halbuki kasten yapıyor Allah. Bakayım ne düşünecek, nasıl yapacak? Çok şiddetli imtihan olmuş Peygamberimiz (sav) aslında Hz. Muhammed (sav). Hz. Musa (as) ile ikisi çok şiddetli imtihanları. Hz. Musa (as) da öyle çok şiddetli benim gördüğüm, Hz. Muhammed (sav) de çok şiddetli. Hz. İsa (as) daha rahat benim gördüğüm. O, melekle insan karışımı gibi. Yani öyle bir zorlukla karşılaşmadı Hz. İsa (as), doğru değil anlattıkları. Tevekkülü ve imanı çok yüksek, sakin hayatı öyle bir şey yok. Normal havraları geziyor tebliğ yapıyor. Talebeleriyle birlikte geziyorlar. Ama talebelerinin imanlarının zayıf olduğunun farkında onu söylüyor zaten. O kolay bir şey değildir imanı zayıf insanlarla mücadele etmek zor bir şey. Ama ne dua etse duası oluyor bu çok acayip. Mesela o onun hayret edecek bir yönü. Fakat Peygamberimiz (sav)’in o çileye dayanması, Allah çok beğeniyor işte onu, onun için “Habibim” diyor. Çok çok seviyor Allah Peygamberimiz (sav)’i. Onun yaşadığı hayatı bize anlatmıyorlar.

 

(ABD’nin Chicago kentinde devam eden Amerikalı Müslüman çatı kuruluşlarının düzenlediği kongrede, görüntülü mesaj yollayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Amerikan ve İsrail yönetimlerini gerilimi daha da tırmandıracak yeni adımlardan özellikle kaçınmaya davet ediyorum” dedi. Ayrıca Müslümanlara verdiği mesajda “İslam alemi artık gerçek gücünün farkına varmalıdır. Peygamber Efendimiz (sav)’in buyurduğu gibi bir duvarın tuğlaları gibi kenetlendiğimiz zaman aşamayacağımız bir şey yoktur” dedi.)

Elinden geleni yapıyor, maşaAllah. Bak bu kaçıncı, sürekli İttihad-ı İslam. Dedim ya 313 kere söyle” dedim Tayyip Hocam’a, şimdi gidiyor sıradan bakalım onu 313’e tamamlayacak. Bak 314’ncüde göreceksin hakim olacak, birleşme olacak. Devam etsin, inşaAllah.

 

İslam Ahlakında Olan Velayet Sistemi Yaşandığında Herkes Birbirinin Sigortası Olur. Herkesin Herkesten Sorumlu Olduğu En Mükemmel Sigorta Sistemi Budur

Gelecek kaygısı bir tek Türkiye’de değil. Bütün dünyada yaşanan bu dehşeti anlatıyor çok önemli bir konu bu. İslam buna kökten çözüm buluyor bütün millet birbirini garantiliyor. Yani bütün millet birbirini sigortalıyor. Dünyanın en gelişmiş ve en mükemmel sigorta sistemini oluşturuyor İslam. Velayet sistemi, herkes herkesten sorumlu. Yani herkes herkesi anası babası gibi, kardeşi gibi korumakla mükellef. Bu hangi sigorta sisteminde olur? Hiçbir sistemde olmaz. Sigorta ancak para verebilir, belki hastaneye kaldırttırır o kadar. Ama bak sana bütün İslam ümmetini hizmetçi kılıyor Allah ve malını mülkünü de hizmetçi kılıyor. Bütün imkanlarını hizmetçi kılıyor. Onun için İttihad-ı İslam’ın oluşması Hz. Mehdi (as)’ın zuhuru kesin özümdür. Bunun dışında çözüm olmaz. Hangi sistem yapılırsa yapılsın insanlar dehşetli gelecek korkusu yaşarlar. Mesela genç kızlar “bir an önce evleneyim de” diyor “gelecek korkusu kaybolsun.” Zıpır bir adam geliyor tamam “evlenelim” diyor bayağı da neşeli. Gidiyor oynuyor falan eğleniyor, 15 gün sonra falan “biz hata yaptık herhalde boşansak mı acaba?” diyor hem de yılışarak böyle. Hakikaten eve gelmiyor boşuyor yani. Veyahut çocuk oluyor, kadının vücudu bozuluyor tabii çocuktan dolayı, diyor “çocuk sende kalsın istersen, istersen bende kalsın ama biz yeni bir hayata başlasak nasıl olur, sen de belki birini bulur evlenirsin” diyor bu kadar. Kafası bu. Çocuğu da belki bana bakar diye çocukla haşır neşir oluyor bazen. Çocuk da bazen züppe oluyor, babasının malını kaldırmaya çalışıyor, anasının malını kaldırmaya çalışıyor “bir an önce ölseler de malına mülküne konsam” diyor. Telefon ediyor annesi mesela “sen ölmedin mi moruk?” diyor “beni arama, rahatsız etme” diyor. “Ölüyorum, bitiyorum çocuğum” falan diyor. “Bana ne ne yapıyorsan yap, git devletin kurumları var onlar baksın sana” diyor. Allah korkusu yok çünkü, Allah’a sevgisi de yok, Darwinist eğitimden geçmiş, hayvan gibi görüyor annesini haşa. Dolayısıyla Allah korkusu, Allah sevgisiyle yetişmiş gençliğin oluşturacağı İttihad-ı İslam, Mehdiyet’in de başında bulunduğu İttihad-ı İslam dünyanın cenneti demektir. Gelecek kaygısı sıfır. Bakacak gayet gönlü rahat. Hangi eve gitse kendi evi, nereye gitse kendi evi, hangi hastaneye gitse kendi hastanesi, hangi doktora gitse kendi doktoru, arkadaşı. Her şey Allah rızası için.

 

Allah’ın Hoşnut Olduğu Tek Şey Sevgidir. Allah Kromozomları, Çiçekleri, Bitkileri Böcekleri, Gökyüzünü Her Şeyi Sadece Sevgi İçin Yaratmıştır

Allah’ın hoşnut olduğu tek şey sevgidir. Allah sevildi mi kulunu çok sever. Allah’ın tek istediği odur zaten. Her şeyin bak bütün bu kromozomlar, kofullar, hücreler, çiçekler, bitkiler, böcekler sadece sevgi için yaratılmıştır hepsi. Bu gökyüzünde böyle uçuyor olmamız. Dünyanın üstünde değil mi, magmanın üstünde gidiyoruz. Amaç sevgidir sadece sevgi. Allah sevildiğini görürse müthiş sever kulunu. Ama sevilmemek Allah’ın çok ağrına gider, çok öfkelendirir Allah’ı. Çünkü Allah haşa bütün iyiliğini, bütün güzelliğini gösterdiği halde haşa O’na karşı böyle lakayt, ilgisiz, soğuk hatta unutmaya çalışan bir tavırla karşılaşırsa Allah bunu beğenmez. Haklı olarak beğenmez öyle söyleyeyim.

 

(“İnsanlar zenginleştikçe neden gaddarlaşır?” izleyici sorusu)

Zenginleştikçe malı elinden gidecek diye korkuyor. Korktuğu için vahşileşiyor. Fakirlerden nefret eder bazı tipler. Hepsi için demeyeyim de, zenginlerin epey bir bölümü. Dikkat ederseniz zenginlerin evinin önünden kedi bile geçmez hakikaten kuş bile uçmaz oralardan böyle. Çok soğuktur orası herkes korkuyla bakar zengin evlerine büyük bölümü öyledir. Böyle bir korku filmi gibidir, oradan geçmeyi bile düşünemez insanlar. Yani sıcak bir ev değildir, sevgi dolu bir ev değildir. Nefret dolu bir bakış açısıyla fakirleri adam yerine koymayan, kendini büyük gören, kendine akıl almaz bir paye veren, hatta haşa kendini Allah’tan büyük gören bir zavallılık içindedir. Bütün malı mülkü mercimek kadar yerde aslında görüntü olarak sunulur ona. Bak mercimek kadar yerde, malı mülkü ona o şekilde gösterilir. Ama o dünyanın kendine ait olduğuna inanır. Halbuki bütün dünya mercimek kadar yerin içinde gösterilir ona. Aklı kafası çalışmadığı için malla delirir, mülkle delirir. Tabii bütün zenginler için demiyorum bir kısım zenginler için bunu söyleyebiliriz. Bu bir hastalık, aklı noksanlığıdır, muhakeme yargı noksanlığıdır. Şuurun kapalı olmasından kaynaklanır.

 

(“Allah’ı sorgulamak doğru mudur?” izleyici sorusu)

Sakın, çok büyük bir hata olur. Allah saf sevgidir. Hem çok çirkin hem çok vicdansızca olur, çok büyük bir zulüm olur. Bu kadar iyiliğe, bu kadar güzelliğe, bu kadar ilgiye, alakaya, nimete böyle üst perdeden bir şey çok büyük hata olur. Ama onu yaparken de tabii kaderinde olduğu için yapar onu da söyleyeyim. Kendi hür olarak bunu yapamaz. Ama müminler böyle bir şeyden çok tiksinirler, böyle bir kafadan, böyle bir mantıktan tiksinirler. Sorgulayan mantığı da tabii Allah yaratır. Münafıklarda olur o. Allah’ı sorgular, peygamberi sorgular. İmamı sorgular, Kuran’ı sorgular. Ama koyu dindar görünümünde. Allah’tan daha akıllı olduğunu iddia eder. Peygamberden daha akıllı, imamdan daha akıllı, daha vicdanlı, her şeyin doğrusunu bilen, İslam’a, Kuran’a sıkı sıkıya sarılan bir mücahit görünümü vermeye çalışır. Ama sahtekar mücahit havasında tabii. Ahmak olduğu için onun da fark edilmediğini zanneder. Kendince onu süslediğini düşünür. Münafığın aklını, mantığını tarif etmeye kalkarsak günler yetmez.

 

(Cumhurbaşkanı Erdoğan bugünkü konuşmasına şöyle devam etti: "Dün zalimin adı rejimdi, dün zalimin adı DEAŞ'tı, bugün zalimin adı YPG/PYD'dir. Biz DEAŞ'a ne yaptıysak bu örgüte de aynısını yapacak ve mutlaka sınırlarımızın ötesini güvenli hale getireceğiz. Bölgedeki herkes şu gerçeği artık kabullenmelidir. Biz bu terör örgütünü çok da uzak olmayan bir tarihte öyle veya böyle tepeleyeceğiz. Talebimiz, bu süreçte kimsenin ayağımıza dolaşmamasıdır. Bu nedenle Suriye'deki terör örgütlerine “bir gece ansızın gelebiliriz” diyoruz. Biz gelmeden siz pılınızı pırtınızı toplayın gidin. Makam mevki hepsi geçici. Düşünün ne olacak iki metreküplük bir yere bizi gömecekler. Ölümden kaçmak var mı? Birliğimizi beraberliğimizi bozdurmayacağız. Türkiye Cumhuriyeti devletinden başka bir devlet tanımıyoruz. Öyleyse ne yapacağız? Bir olacağız, iri olacağız, diri olacağız, kardeş olacağız, hep birlikte Türkiye olacağız." Sayın Erdoğan şöyle devam etti sözlerine: "Biz Suriye'de Rusya ve İran'la nasıl çalışıyorsak ABD ile de çalışmak isteriz. Bize bir adım atana biz misliyle mukabele etmekten çekinmeyiz. Aramızda çözemeyeceğimiz hiçbir sorun yoktur.")

Çok güzel hep böyle pozitif, pozitif, pozitif çok güzel. Tayyip Hocam sevgiyi tırmandırsın. Sevgi sözcüğünü çok kullansın. Sevginin önderi olsun dünyada. Sürekli öyle yapsın. İttihad-ı İslam’ı da söylemeye sürekli devam etsin. Açık açık alenen söylesin. Müslümanlar birleşsin diye açık açık söylesin. Söylemeyenlere hiç ehemmiyet vermesin. Yani onu söylemeye devam etsin. O gerisine karışmasın. Sevgiyi de kelime olarak çok kullansın. Sık sık kullansın. Yani hemen hemen her konuşmasında kullansın. İyi gidiyor yani.

 

(“Evrim bitti mi?” izleyici sorusu)

Evrim aslında başlamadan bitmiş de insanlar bunun farkında değil. Diyor ki Darwin, “Bütün katmanları araştırdık” diyor. “Biz kendi vaktimizde zamanımızda. Kendi bulunduğumuz dönemde bütün yeryüzü katmanlarını. Her katmanda düzgün, doğru, biçimli, matematik oranla yaratılmış, amaçlı yaratılmış düzgün varlıklar bulduk” diyor. “Düzgün fosiller bulduk. Kendi düşündüğümüz gibi ara fosil tarzında böyle yamuk yumuk, bozuk, ezik büzük bir şey aradık. Bir tane bulamadık” diyor. “Bütün katmanları aradığımız halde neden bulamıyoruz?” diyor. “Şimdi ileriki yüzyılda bütün katmanlar arandığı halde yine bulunamıyorsa bu iş bitti” diyor adam. Daha ne desin? Aslında başlangıçta bitti demiş. Çünkü “aradık” diyor. Aramadık demiyor. Arayacağız demiyor. “Aradık bulamadık” diyor. “Yok” diyor. “Her şey yerli yerinde, düzgün, biçimli ve yaratılışa uygun” diyor. “Yani bizim dediğimiz gibi tesadüfler sonucu meydana gelmiş bir görüntü yok” diyor. “Eğer ileride de bulunamazsa bu konu bitti” diyor. Proteinleri de söyledik. “Neden” diyor “sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz?” Yok da onun için. Önce bir akıl atıyor ortaya. Sonra neden diyor. Önce bulursun o zaman konuşursun. Önce konuşuyorsun sonra bulmaya kalkıyorsun. Önce “ben güneşi bardağın içine koyarım limonata niyetine içerim” diyor. Sonra da diyor ki, “olmuyor bu” diyor “hayrettir denedim” falan diyor. “Bakıyorum gökyüzüne bir türlü limonataya dönüştüremedim” diyor. Sen ipsiz sapsız bir iddia ortaya atıyorsun. Ne diyor? “Tesadüfen kainat meydana geldi” diyor. Sonra diyorsun ki “nasıl bulamıyoruz ki bunun delilini? Hayrettir” diyorsun. Böyle abuk sabuk bir mantık olur mu? Koskoca adamlar saç baş beyazlaşmış artık. İnsan delil varsa bir düşünür. “Hiç delil yok” diyorsun. Darwin de “delil yok “diyor. Buna rağmen “böyle olması gerekir” diyorsun. Çocuk bile şunu demez. “Bir tane delil getiriyor musun?” diyorum. Yok diyor. Dawkins de diyor ki “çok fazla para verecek” diyor. “Ara fosil getirene.” 100 trilyon. Geliyor mu? Yok.  Göster. Yüzbinlerce üniversiteleriyle baş edemediler. Koyduk mu oturttuk. Saman çuvalı gibi aşağıya indiler. İşte böyle Allah, “şeytanın hilesi zayıftır” diyor. Bir vuruşta indirdik aşağıya.

 

(“İnsan cennete gitmek için mi iyilik yapar? izleyici sorusu)

Kainata baktığımızda Allah’ın gerçek sevgiyi istediğini görüyoruz. Allah candan sevilmeyi istiyor. Yani gerçekten ihlasla samimi sevilmeyi istiyor ve O da bizi sevginin o sonsuz boyutunun içine almak istiyor. Ama bunu hak ettiğimize bizi inandırmak istiyor, Allah. Yani cennetin, cehennemin hepsinin amacı odur. Cehennem cenneti sağlamak içindir. Yani cehennemi beğendiği için yaratmıyor Allah cehennemi. Söylüyor Allah, “Allah azabınızla ne yapsın?” (Nisa Suresi, 147) diyor. Fakat cennetin oluşması için ona gerek oluyor. Yani zaruri olduğu için Allah onu yaratıyor. Ama yine de lütfuyla, lütfu keremi ile oradaki insanları ölü yaratıyor. Mesela bu da çok büyük bir sır. Çok önemli bu ama genellikle İslam alimleri bunu hiç söylememiştir. Hep gizli kalmıştır yani. Söylenen bir söz olmamıştır. Şuuru açık bir insan normalde cehenneme gitmez. Yani samimi bir Müslüman, mümkün değil haramdır. İmkansız, tahayyülü bile olmaz. Allah’ı inkar etmek anlamına gelir. Öyle bir şey olmaz. Ama tabii mümin korkacak cehennemden. Allah’tan korkacak yani. O bir üstünlük, güzellik sağlıyor. Yani sevgi kapısını açıyor insanın. Öbür türlü bir lakaytlık geliyor. Daha pervasız, insan şımarmaya, egoistliğe, bencilliğe, gaddarlığa çok açık bir varlıktır. Egoist, bencil ruh çok güçlüdür insanda. Onun kırılması için böyle sistemler gerekiyor. İşte ölüm gerekiyor. Hastalıklar gerekiyor. Yaşlanma gerekiyor. Cehennem gerekiyor. Ucu ucuna dengeleniyor. İnsan aslında çok şedit bir varlık aynı zamanda. Yani o yönüyle biraz şeytana da benziyor. Ama şeytani yönü kırpıldığında gittiğinde de melekten üstün oluyor.

 

(“Masumların ölümündeki adaleti merak ediyorum.” izleyici sorusu)

Allah'ın bir kapama yöntemi var, o kapama yönteminden dolayı insanlar Allah'ın ledün ilmini göremiyorlar, batın ilmini göremiyorlar. Aslında ledün ilminin de açılmaması gerekir ama ahir zamanda belki mecbur olunduğu için, imansızlık çok yaygın olduğu için bazı sırları artık yavaş yavaş Allah'ın sırlarını açmak gerekiyor. Yani ki Allah açıyor. Normalde yüzyıllarca gizli kalmıştır Allah’ın sırları. Mesela görüntünün mercimek kadar yerde olduğunu Peygamberimiz (sav) çok az insana bildirmiştir. Yani Ebu Hureyre’ye, Hz. Ebu Bekir (ra)’e, Ömer (ra)’e, Ali'ye belli sahabelere bildirmiştir. Kimseye söylememişlerdir onlar da mesela “Ben söylemem” diyor bu bilgiyi. “Yani söylesem kafamı kesersiniz” diyor, gizli kalmıştır. Mesela cehennemin bağlılarının, cehennemin elemanlarının ruhsuz olduğu bilinen bir konu değil. Yani ölü oldukları bilinen bir konu değil. Mesela ruh sahibi ve şuur sahibi zannediliyor, değil. Yani şuuru kapalıdır, şuuru açık zaten hiçbir canlı dayanamaz oraya, mümkün değil. Dayanamaz, konuşamaz hiçbir şey yapamaz. Adamlar şımarık açık açık konuşuyorlar bayağı ferahlar. Şimdi beynimizin içinde gösterilen çocukların hangisinin canlı, hangisinin ölü olduğunu insan bilemez. Ben güzelime sadece bu kadarını söyleyeyim. Gördüğü insanların tahmininin çok çok üstündeki büyük bir bölümü ölüler. Yani o şekilde gösterilir ona, yani varmış gibi. O, kendine baksın sadece eğer şuur sahibiyse. Yani ona dayanamayacağı, rahatsız olacağı bir şey yapılmış mı hiç? Diyorlar ki “Ben böyle bir şeyle karşılaşmadım” diyor, şuur sahibi olanlar. O zaman ondan gerisine sen kafanı yorma yani görüntüye kafanı takma sen. Yani görüntü senin zannettiğin gibi değil. Bak ben altmış üç yaşındayım hapishane, tımarhane hepsi var, emniyet şu bu falan. Ben o tip bir zorlukla hiç karşılaşmadım yani dendiği gibi olayın hiçbirini görmedim. Yani her türlü olayla karşılaştım ama hemen hemen her türlü olayla karşılaştım, fakat öyle yani insanın dayanamayacağı, acı çekeceği, takatin yetmeyeceği öyle bir konuyla ben hiç karşılaşmadım ve zaten karşılaşmam da mümkün değil ayete göre. Bu bir mucizedir aslında.

 

(İran’da son birkaç gündür devam eden hükümet ve rejim karşıtı protestoların ardından bu kez de başkent Tahran'da rejim destekçileri sokağa çıktı. Tahran'da yapılan gösteriye yaklaşık dört bin rejim destekçisinin katıldığı belirtildi. İran’daki ayaklanmanın başlatılmasının nedeni Türkiye- İran- Rusya ittifakını tehlike olarak görmeleri. Enflasyon, işsizlik, yüksek vergiler kullanışlı birer bahane.)

Yok, o her ülkede var. Öyle bahane mahane, böyle anırma manırma istemiyoruz. İran’la da gizli anlaşma yapsınlar. İran’ın içinde bu tip bir olay olduğunda dış bir ülkeden yardım etme talebi olsun. Kanunlaştırsınlar onu, sabitleştirsinler. Rusya bir yerden girer, Türkiye bir yerden girer, darmadağın ederiz. Densizlik, dangalaklık istemiyoruz. Bu FETÖ avaneleri yapıyordur bunu. Pers düşmanlığı var ya, olay bu. İşte Rus uçağını düşürdüler, Rus elçiyi vurdular falan, tam çakal işleri, FETÖ’nün çakal işleri. Zaten ışık da verdiler, dediler "Biz İran’da ayaklanma yapıp böleceğiz" falan. Siz bölecekseniz biz de ona göre karşılığını size sunarız. Yani bin kere pişman olurlar. Akıllarını başlarına alsınlar. Yani bunu düşündüklerine bile pişman ederiz. Densizlik istemiyoruz, İran bütün olarak sağlıklı, güzel bir ülke. Tertemiz insanlar, mümin insanların yaşadığı bir ülke. Biz bu ülkede kepazelik istemiyoruz. Müsaade etmeyiz, etmeyiz deyince de etmeyiz. Yani deneyip kafalarını ezmek onların ahmaklıkları. İngiliz derin devleti yapıyor o olayı. Çakallar geldiler önce şirinlik mirinlik yaptılar falan. Yani mesela her pislik yapacakları vakit böyle yaparlar, önce bir şirinlik yaparlar şöyle bir ortada dönerler. Türkiye’ye de gelip bir şirinlikler falan yaptılar. Yani özellikle riskli buldukları yerlere gelip şirinlik yaptılar. Ben anladım, bir ahlaksızlık yapacakları vakit her zaman böyle yapar bunlar. Amerika Birleşik Devletleri, İsrail'i, Suudi Arabistan'ı da kullanmak istiyorlar. Yok, bu selefiye tekvirci gruplar falan da sakın öyle bir densizlik yapmaya kalkmasınlar, dünyayı başlarına yıkarız. İran’da insanlar çok dürüst, efendi, tertemiz insanlar. Bereketli bir ülke, dürüst insanlar, oyun oynattırmayız.

 

(“İnsanlar cennette kaç yaşında olacaklardır?” izleyici sorusu)

Otuz üç yaş diyorlar ama öyle değil. Böyle klasik güzel, yakışıklı bir insan. Yani buna biz yaş tayini yapamayız ama yani çocuk değil, yaşlı da değil. Nasıl söyleyeyim, mesela buradaki genç kızlar nasıl o tarz. Yani zinde, normal bir insan. Ona yaş verilemez çünkü orada zaten yaş yok. Otuz üç yaş diyor ama mantığı yok. Nasıl otuz üç yaş sonsuz olmuş adam, nasıl otuz üç yaş oluyor yani? Değil mi, bir mantığı yok olayın yani. Bir de otuz üç yaşta bayağı çökenler var, öyle bir şey yok. Otuz üç yaşta tanınmayacak hale geliyor adam otuz üç yaşta. Yani o öyle bir mantık olmaz. Dinç, genç, sıhhatli bir görünüm. Cilt çok düzgün, güzeldir cennette. Aslında normal hayat var. Yani cennet, inşaAllah Allah nasip etsin göreceksiniz normal hayat. Bu hayat ilginç olan aslında. Bilgisayarlar var, bilmem ne alet, edevat her yer baksana mikrofon falan. Karmakarışık, incecik her şey. Toz var, bak her yerde bakıyorsun toz,  havada uçuyor toz. Bu mucizedir, tozun içine bir girsen aklını atarsın. Yani zeplin gibi havada gidiyor, uçuyor yani. Çok büyük mucizedir toz. Cennette bir tane toz yok. Makul olan budur zaten, toz olmamasıdır çünkü görüntüde niye toz olsun? Tek tek yaratılması lazım. Mesela burada ışık kaynağı kullanılıyor bu çok zordur ışık kaynağına göre gölge. Mesela ışık kaynağına göre gölge yaratıyor Allah, akıl almaz zor bir şey bu, çok büyük mucizedir. Ama cennette madde kendinden ışıklı zaten öyle bir konu yok doğal olan budur değil mi? Kendisinin Cenab-ı Allah’ın ifadesi.



DEVAMINI GÖSTER

Benzer Eserler